Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
100 Nenemin son fotoğraflarından biri 6 Kasım 2018 (21.11 - Sözümoki
05 Mayıs 2020, Salı 14:14 · 654 Okunma

100


Nenemin son fotoğraflarından biri 6 Kasım 2018 (21.11.1939/ Yusufeli -03.05.2020/Yusufeli )

Gökyüzünün kurşuni havası vadi boyunca sislerin arasında muazzam bir görüntü ortaya koyuyordu...Tepelerin saklı gizeminde akşam ezanı ile  birlikte çakalların uluması köyün her yerinden duyuluyordu...
Ambarların önündeki sundurmaya serilen kayısı ve şeftalilerin kokusu uzaklara yayılıyordu... Köydeki sakin yaz aksamlarında karanlıkta belli belirsiz görülen Taşköprü' nun asırlık taşlarına tutunmuş habis salyangoz gözüme ilişti...Bu salyangoz ömrünün en güzel yazını yaşıyormuş gibi izler bırakarak köprünün öte yanına ilerlemekteydi...Karanlık gecede susan kuşların deliksiz uykusu Çoruh'un sesini daha bir gür duyulmasına neden oluyordu...Salyangozun minik minik  yolculundan geriye bıraktığı ize şimdi dolunayın parlak ışığı vuruyor ve bu iz  karanlıkta belli oluyordu... Ben ise nicedir ihmal ettiğim Çoruh'u dinliyordum...Bir aralık basımı yıldızlı göğe  çeviriyorum...Tam da bu anda geceye şiirlerin yanında ondan öyküler dinleme isteği uyanıyor gönlümde... Telkâri ustası Umur dede aksam ezanından önce camiye gitmekte olduğu evin duvarlarına düşen gölgesinden daha doğrusu yürüyüşünden anlaşılıyordu...
Cılavuz'da okuduğum günlerde, günlüğümden ayrı bir de öykü defterim var bunu oraya yazıyorum.. Aslında bu defterin ön yüzünde şiirlerim var arka yüzünde ise kısa öyküler yazıyorum... Öykülerimde de farkında olmadan Zühre'yi anlatmaktayım...En güzeli de konuşmalara Zühre'nin benim için dile getirdiği sözcükleri eklenmek oluyor...
Zühre'ye ilk kez şiir okuduğum Çoruh'un kıyısındaki o an geliyor gece gece... Sebepsiz bir mutluluk kaplıyor gönlümü...

Bir hafta sonra Ramazan ayı gelecekti. Ramazan ayında köyün ileri gelenlerinin yaptığı bir gelenek vardı. Zimem defterini ödemek...İki yıldır bu geleneği enstitüde bulunduğum için göremiyordum... Ama eminim bu yıl da bu geleneği sürdürecek kişiler bulunacaktı... Zimem Defteri borçluların borçlarının yazılı olduğu defter demektir. derdi dedem...Eskiden Ramazan ayında zenginler bakkallara gider ve zimem (veresiye) defterindeki tüm borçları sildirirdi. Borcu ödenen, ödeyenin kim olduğunu; sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi. Sağ elin verdiğini sol el duymadan bir mahalle borçtan kurtarılırdı... Nice insanlar bu şekilde bir nebze olsun nefes alıyorlardı...

3 Mayıs 1948 tarihini hiç unutamam...Bu senenin en hüzünlü günüydü bu tarih... Nedeni ise nenemi ebedi aleme uğurlamak oldu. Cenazesine  gitmek için enstitüden  izin isteğim geri çevrilmişti... Gözyaşlarımın enstitüdeki yastığıma çok geceler damladığını bilirim. Benim bugünlere gelmemde en önemli iki kişiden biri olan nenem için Allah'a dua ve niyazda bulundum...Bana masallar, hikayeler anlattığı saatler dünyanın en mutlu saatleriydi ve bu anları ömrüm oldukça güzel bir şekilde hatırlayacağım... Beyaz  güller alıp nenemin mezarına dikmek için ne yazık ki yazı beklemem gerekti...Günlüğüme bu günlerde bu üzgün ruh halinden olsa gerek bir şeyler karalayamıyorum...
Nenemle benim çok beğendiğim bir fotoğrafımız var... Fotoğrafta ben iki yaşındaymışım ve nenemin  kucağında masum mu masum objektife bakıyorum...Arkada yapraklarını  dökmüş ceviz ağaçları görülüyor...Kurşuni hava zamanı hapsetmiş gibi durmaktaydı... Fotoğrafı  nenemin ricası ile çeken kişi o vakitler hukuk fakültesinde okuyan İsa dayının oğlu Aliymiş.

Çok zorluklar çekti  bahtsız  nenem... Enstitüye gittiğimi gördü de mezun olup öğretmenlik yaptığımı ne yazık ki ömrü vefa etmedi...Dedem gibi tüm köylü de nenemin ölümüyle matem havasına bürünmüştü...Bir kaç hafta bir şeylerle oyalanmak için kimi zaman patates tarlasına çapaya gidiyordum kimi zaman ise atölyede uzun saatler sıra ve masa yapmaktaydım...Bir ara fizik öğretmenim benim bu üzgün halimden etkilenmiş olacak ki motosikletle enstitünün uzağında bulunan bir tepeye gitmeye koyulduk. Öğretmenim Naci bey sesi titreyerek konuşmaya başladı. Hafif esintiyle kimi zaman ıslık sesi karışıyor ardından göğü bulutların aceleci telaşına bırakıyordu... Yaklaşık  yarım saat  nasihatlerde bulundu Naci bey...Sözlerini "Genç cumhuriyet senden eğitim için hizmet bekler, Anadolu'nun binlerce köyünde karanlıklar içinde yolunu bulmaya çalışan o masum  ve biçare çocukları düşün...İşte o zaman bugün sana  söylediğim sözlerin önemini daha iyi anlayacaksın" dedi...

Nenemle geçirdiğim o güzel günler şimdi tatlı bir masalın o sayfasının burukluğu gibiymiş...Nenem namazlarını hiç aksatmadan kılar ve bizlere çok dua ederdi. Son yıllarda ayakları ağrıdığı  için namazlarını oturarak kılardı...Bir de eski duaları çok iyi bilirdi...Zorluklarla geçen ömrü 81 yıl sürmüştü...1867 yılında doğmuştu nenem...Osmanlı zamanında dört padişah görmüştü ve hemen ardından onun ardından büyük zorluklarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ardından da Milli Şef İsmet İnönü dönemlerini görmüştü...

Kuku hikayesini ara ara anlatırdı bana nenem... Vaktiyle iki kardeş ormana mantar toplamaya gitmişler. Bir çantaya yakın mantar toplamışlar. Hava bozmaya başlayınca dönüş yolculuğuna koyulmuşlar. Bir süre yolculuktan sonra erkek kardeş kız kardeşinin mantarları yediğini düşünür ve bunu öğrenmek için kardeşinin karnını bıçakla yarıp kontrol etti ve mantarları yetmediğine kanaat getirdi. Kanlar içinde kardeşini sanki öldürmemiş gibi kafasını çevirip bir ara geriye baktı. Bir de ne görsün çantanın dibi delikmiş ve mantarlar orada bir bir düşüvermiş yere. Bunun üzerine erkek kardeş yana yakıla ağlamaya koyulmuş... Hatasını anlamış anlamasına lakin artık çok geçmiş... Allah'a çok tövbe etmiş ve Allah ta onu kuku kuşuna çevirmiş...Kuku kuşunu başını bir sağa dönderirmiş ve içli içli kuku kuku kuku... der ve ardından başını sola çevirir kuku kuku kuku der dururmuş...Bu hikayeyi en son enstitüye gitmeden önce anlatmıştı...Bazı günler de şu dizeleri söylediği olurdu:
Hey gidi oğul hey  gidi,
Burcu burcu vurulmuş, 
Samyel etmiş
yaprakları dökülmüş,
Yedi yıl olmuş yârin
kemikleri çürümüş...
Nenemin cenazesini Sariye nene yıkamış...Bunu da sağlığında çokça söylerdi...Nenemin cenazesi, vasiyeti gereği  annesinin yanına defnedildi...Köydeki evde nenemin  yün eğirerek ördüğü sarı renkli Anadolu motifli süs çorapları büyük bir hüzünle hatırlayacağım...

Bu baharın çiçekleri demek nenem mezarda iken açacakmış...O gün dek bu kadar ağladığım bir gün hatırlamıyorum...Beni büyüten bugünlere getiren biricik nenem vefat etmişti...Ne söyleyebilir ne anlatabilirdim ki...Bir gün bana şöyle demişti; "Ölürsem mezarıma gel ve deki öldün de dertlerin bitti mi ve mezarımdaki açan çiçeklere bana bakıyormuş gibi bak "Bu sözlerini hiç mi hiç unutamıyorum...
Kasvetli bir ikindi vakti Cılavuz'a yaklaşmakta olan sisin ortasına tüm yeryüzünü kapladığı hissine kapıldım... Dedemin evde gizliden gizliye ağladığını biliyor olmak ve şimdilik yanına gidememek te en az nenemin vefatı kadar beni üzmüştü...

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Futbolcu dendiğinde ilk aklına kim geliyor?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.