Nenemin vefatının ardından artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmeye başladım...Acım yüreğimin derinliklerinde tüm tazeliği ile dururken derslerde anlatılan bilgilere yoğunlaşmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu...
Köydeki evin arka bahçesindeki çiçeklerin üzgün üzgün göğe bakışı gözlerimin önüne geliyor kimi zaman... Nenem en sevdiği çiçek dağ lalesi ve bir de çiğdemdi. Özellikle çiğdemin kış ortasında yağan karların ardından sarı sarı kimi zaman da beyaz renkli açmaları baharı müjdeler ve hayatımıza yaşama sevinci katardı...Dağ laleleri ise ilkbahar da allı pullu açılır gören gözlerde silinmez izler bırakırdı...
Bu çiçekleri sevmesinin yanında gülleri de çok severdi biricik canım nenem... Soğuktan üşümesinler diye onları eve alır ve çocuklar gibi ilgilenirdi...
Henüz birkaç günlük kuzuların sevgi dolu melemeleri ve ardından annelerine koşup onları emmeleri görülecek şeydi doğrusu...Çayır çimen yeşilden bir elbise giyer mavi gökteki güneşi izler ve geceleri ise yıldızların söyleşilerini karanlığa aldırmadan ortak olurdu...Tacar gölündeki uykusuz kurbağalar gece mesaisine hiç gecikmeden başlar ve ateş böceklerinin ışıklarında kamaşan gözlerini ovuşturur ve yanaklarını şişirerek sinsi gecenin koynuna garip sesleri duyulurdu...
Köye dönüş yolunda, gözlerim uzak dağların kara yazgılı hikayelerini dinlediğim zamanları hatırlamaya başladı.. Gözyaşlarım trenin kompartıman camında uzaklaşır hızlı hızlı geçen bir fotoğraf karesi gibi bir görünüyor bir kayboluyordu... Bir mola esnasında camdan etrafı gözledim... Kavuşanların mutlu sarılmaları az sonraki molada ayrılıkları müjdeliyor gibiydi...Dilim düğümlendi konuşmadım. Ağlamak istedim anlayamadım...
Sarı tarlaların ekinleri biçilip balyalamıştı. Uzaklardan insanlar karınca gibi görünüyor ve kimi zamanda yalnız kalmış bir araçta dinlenmek için mola verip serinlemeye çalışıyorlardı... Tren sanki bir bilinmezliğe yol alıyordu... Ziver, Mahmut ve Harun iki gün önce köye dönmüşlerdi... Bense Alemoğlu ile dönüyordum köye. O da başka bir kompartımanda bulunuyordu...Tren öğleyi biraz geçmişti ki Erzurum garına ulaşmayı başardı... İnenleri yerim bir oğlan gibi bırakan tren yolculuğuna devam ederken ardında kavuşanları ve ayrılanların tüm hikayelerini biriktirerek yoluna devam etti... Ben de Alemoğlu ile köye doğru yola koyulduk... Yolda bir dinlenme anında bizim halimi gören bir dayı bizi evinde misafir etmek istediğini söyledi. Biz de ısrarlarına dayanamadık ve evine doğru yürümeye başladık. Çoruh nehrinin kıyısına kurulmuş bir köye vardık...Fadime Fadime neredesin misafirlerimiz var dedi ve dayının sesi... Kiraz ve şeftali ağaçlarının her iki yanda olduğunu düşündüğüm dar bir yoldan sonra eve ulaştık...Alemoğlu'nun çekingenliği tutmuştu. Hiç bir şey konuşamıyor ve uyuluyordu... Konuşmaya başladığımızda adının İmamettin olduğunu söyledi iyiliksever bu dayı. Az sonra Fadime teyze de geldi ve "hosgelmissiniz" dedi ve elinde bir tepsi ile yiyecek bir şeyler getirdi... Benim mahcup halimi görmüş olacak ki delikanlılar yiyin çekinmeyin... Nereden gelip nereye giderdiniz diye sordu... Ben de Cılavuz'dan gelip Yusufeli'ne gitmekteyiz dedim... Enstitüde öğrencisiniz demek ki dedi İmamettin dayı... devam ettim nasipse öğretmen olacağız... O da "inşallah inşallah " dedi başıyla onaylar gibi öne doğru salladı... Konuşma bu şekilde bir vakit sürdü. İmmeddin dayı sordu ben cevapladım... Araya bazen gece girdi Çoruh un sesi girdi... Bir aralık ayak seslerinden birini geldiğini işittim. Yaklaştı yaklaştı ve birden gölgesi de duvara vurdu... "Dede ben geldim" dedi. "Hoş geldin kızım" dedi bak misafirlerimiz var dedi... Bu benim torunum Çeşmigül dedi... "Hoş geldiniz " dedi ve İmameddın dayı devam etti sahi senin adını sormadım delikanlı adın nedir senin? "Adım Tahir'dir Imameddin dayı" dedim... Bir sure daha konuştuktan sonra Imameddin dayı bizlere yatacağım yeri gösterdi... Gökte dolunay yerde Çoruh gönlümde nenemin büyük yası... O ana kadar unuttuğunu düşündüğüm
Gece boyunca uyuyamadım desem yerinde olur... Uyuyamamamın sebebi
bir şey daha vardı o da gönlümün kandil çiçeği olan Zühre'ydi. Onun sevdasına düşeli beri ilk kez onu bu kadar az düşündüğümü hatırladım...Bu geçici bir durum olsa gerek... Zira en acılı anımda bile Zühre hep benim yüreğimde ilk günkü gibi duruyor ve ona duyduğum sevdam hiç eksilmiyor aksine daha da artıyordu...Ama nenemin vefat haberinden beri belki de bunu kendime itiraf ediyordum...
Şu gece pencereye vuran dolunayın aydınlığında Zühre'nin vardığı ile yüreğim az da olsa ferahladı... Dolunay pencereden uzaklaşıp tepelere gizlenince Çoruh un ninnisin i duyar gibi oldum ve yumdum gözlerimi. Düşümde nenemin o tatlı ninnilerini duyabilmek ümidiyle...
Sabah olunca Alemoğlu ve ben , İmameddin dayıya çok teşekkürler ettik ve yola koyulmak için izin istedik. O ise hele bir şeyler yiyin bu ne acele dedi sonra mutfaktan Çeşmigül elinde sini ile yiyecek bir şeyler getirdi... Yirmili yaşların başında olduğu anlaşılan bu güzel kızın siması bana hiç mi hiç yabancı gelmedi... Ama nerede olduğunu çıkaramadım. Neden sonra onu Nazenin düğününde gördüğümü hatırladım.... Evet bu oydu... Şimdi bundan daha da emindim... "Başınız sağ olsun neneniz vefat etmiş" dedi..."Sağ olun bacı Allah razı olsun" dedim. İmamettin dayı siz tanışıyor musunuz dedi ve ekledi aşk olsun kızım bize neden söylemedim diyerek Çeşmigül'e serzenişte bulundu... "Nazenin düğününde" dedi Çeşmigül. O gün köye geldiğimizde nazenin anlatmıştı Tahir'i biraz... O an Nazenine öfkem bir kat daha arttı... Ama sakin olmalıydım... Konu uzadıkça uzayacağa benziyordu. Müsaadenizle İmameddin dayı. Bizler yola düşelim dedim... O da biraz şaşkınlıkla biraz da mahcubiyetle "uğurlar ola oğul. Basın sağ olsun. Allah sana uzun ömür versin "dedi ve biz de yola koyulduk... Yolda bir yandan yürüyoruz bir yandan da Alemoğlu muziplikler yaparak eğleniyordu. "Tahir görmedin mi. Kız senin dibine düşecekti az daha ." Ben de "saçmalama Kemal" diyordum... "Çok beğendiysen sana alalım bu kızı... "Öyle deyince birden bire susuverdi Alemoglu...Tortumu geçtik ama epey yorulmuştuk... Bir dinlenme arası daha verdik ve o ana kadar yanımda olduğumu düşündüğüm çantamı bulamadım... Galiba İmameddin dayının evinde unutmuştum... Hay Aksi... Geri gidemezdim... Mecbur yürümeye devam ettik...
Aşpişen'e ulaştığımızda yorgunluktan bitap düşmüştük... Geceyi, burada bulunan bağ evinde geçirdik... Ertesi gün sabahın ilk ışığıyla köyün yoluna revan olduk...Kıvrılan yollardan yürüyerek yolumuza devam ettik. Kırçuç'a a dut dökmeye gidenlere rastladık... Selam verip yola devam ettik... Nihayet köy uzaklardan beliriverdi... Köyün dağa yaslanan eteklerinde pamuğa benzer bulut yığınları eğreti bir görüntü oluşturuyordu... Cevizlerin dutların taş kaplı yollara dökülmesinin ardında hep tek bir şey gizlidir da sahipsizlik...
Köydeki evde vardığımızda Alemoğlu iki sokak ötedeki evine girmek yerine kahveye seğirdiğini gördüm... Bense evin kapısında bir süre bekleyerek hala taze olan anıları yaşıyor gibiydim... Kapıdan içeri girmek için hamle yaptığımda bir el omzuma dokundu ve içli bir vaziyette Tahir evladım dedi... Dönüp baktığımda dedemin elinde güğümlerle çeşmeden geldiğini anladım... Dedemin ellerini öpüp uzun uzun sarılıp ağladım. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum... Bildiğim tek şey su kısa zamanda bizlerin çok şey yasadığıydı. Nenemi kaybı dede mi sanki gizli çökertmiş ve ruh halini büsbütün değiştirivermişti... Evin giriş kapısının önünde nenemin kara lastik ayakkabıları öylece yerli yerinde duruyordu... İçi yer yer tozlanan bu ayakkabılar az sonra sanki giyilecek bir hava taşımaktan uzaktı ama onların orada olması insanın yüreğine derinden derine acı veriyordu...
Bir gün sonra benim geldiğimi haber alan çok sayıda köylü bizlere taziyede bulundular... Zühre'yi de aylar sonra ilk kez orada gördüm... Kalabalık ortasından sıyrılıp yanıma geldi ve " başın sağ olsun Tahir... " dedi ve bana ilk kez sarıldı ve ben bir bir şey söylemedim o anda boğazım düğümlendi... Gözyaşlarımı daha fazla gizleyemedim ağlayama başladım... Derinden derine...
Evin arka bahçesine gitmeden evvel nenemin mezarına Zühre ile birlikte gitmeye karar verdim... Tam gitmeye koyulduk ki...