108
Zühre Çoruh'u izlerken
"Seher vakti bir bahçenin ağaçları arasında bir bülbül, ne güzel söylüyordu; ‘Gönlünde ne varsa çıkar, ortaya at; nağme olsun, inleme olsun, ah olsun, efgan olsun!’'
Muhammed Ikbal
Zühre'nin hayatımdan çıktığını sandığım günler, bitmek bilmeyen bir tren yolculuğunda sağ camdan düşlerimin bir görünüp bir kaybolduğu hikayeden farksızdı...Zühre'yle birlikte düşlediğimiz onca şeyden sonra onu unutabilmem imkansızdı... Onu, yaşadığım süre boyunca ve ölünce de unutmayacaktım. Zühre'yi her yaşarken nasıl unutabilirdim ki...
Zühre'siz gece oluyor yıldızlar serpilmiş gibi göğün dört bir yanında gülümsüyor bana. Ben bu gülümseyen yüzü ve gözleri her gün gönül gözümdeki defterime kaydediyorum... Bazen dolunay Zühre'nin gözlerine doğuyor ve beni yayına çağırır gibi gülümsüyor... Susuyorum o vakit. Şiir okumayı bırakıyorum, türkü dinlemeyi ise yarıda kesiyorum... Neden mi? En güzel şiir en güzel türkü onu görünce canlanıyordu gözlerimde... Her günüm ilk ilkbahar oluyordu. Mevsimleri kilitli sandıkta bırakırken, günün ilk saatleri Zühre'ye yazdığım bitmek bilmeyen şiirlerle uyanıyordum...
Yalçın dağlar sevdayı ne vakit gizledi gören gözlerden, Kem gözlerin bitmeyen meşumunda karanlık çöker dağlarına... Ben Çoruh'un sesi ile gözlerimi açmışım Morkaya'da. sonra Tacar'ın golünde bir sevda denizinin içinde bulmuşum kendimi, Bir sevdam da enstitüler iken yola revan olmuşum Cılavuz'a kadar... Yüreğimde bitmeyen bir sevda dizesi ile...
Şimdi penceremdeki yıldızlardan bir taç yaptım sana. Güzel yüzündeki gülümseyişte kayboluyordu dolunayın parlaklığı...Gönlümün inci tanesi...
Mantıkut Tayr'da bir fotoğrafın duruyor. Ne güzel gülüyorsun ah ne güzel. Bir hikaye gibi. İkimizin bildiği bir hikaye... Fotoğrafına her baktığımda yeniden doğar gibi oluyordum. Gece ay ışığım gündüz gün ışığım oluyorsun...
Bu gün bir çoban, sürüsü ile uzak bir tepe soluklandı bir ağaç altında...Gölge hiç bu kadar anlamlı olmamıştı dedim içimden. Güneş tam tepede ısırıyor gören her yeri... Canlı cansız fark etmeden...Sonra o çoban kavalında yanık yanık bir kaç ezgi çalıverdi tepedeki ağaç altında...Bazı koyunların ağladığını sandım. Gözlerim nemlendi onlar ile... Çünkü gözyaşları yüreğime aktı.. O an Zühre'nin Cılavuz'a bir yerlerden geleceği hissi uyandı zihnimde... "Allah'ım! dedim ne olursun şu Tahir kuluna yardım eyle dedim... Aşk denizinin bitmek tükenmek bilmeyen rüzgarı içinde son dalga daki birkaç yudum suda boğulmamak için sana sığınıyorum. Allah'ım sen Zühre'ye de yardım eyle... Ona gönlünün güzelliği gibi bir yaşam nasip eyle " dedim.
Çoban önde koyunlar ardında uzun bir yolculuğa çıkar gibi bir süre bakıştılar belki de bir şeyler söyledi çoban onlara... Tepeye inip az sonra gözden kaybolan bir bulut gibi göründüler gözüme...
Zühre gönül sarayımda kaldığı günden bu yana kardeş belledim tüm kızları... Zühre için Ruşendil oluverdim onlara...
Oysa Zühre yaz ortasında beyaz bir kardelen gibi gelinlikle çıkacak ortaya... Şu kadere bakın ben onun için her şeyi feda etmeye hazırken, o gözüne perde inmiş gibi benim varlığımı unutuverdi...
Enstitüyü bitirip öğretmen olarak köyde göreve başlayacakken Gazi eğitim enstitüsünde yüksek öğrenime gitmeye karar verdim...
Köye döneceğim günler yaklaşırken gönlümü saran bu acı hatıra ile ne yapacağımı kara kara düşünmeye karar verdim... Zira Zühre'nin düğününe bir kaç ay kalmıştı... Onu kaçırsam ağa ve gözü dönmüş adamlar muhakkak izimizi bulabilirdi. Öyle olunca da köyde, ağa bizleri sağ komazdı. Ne yapmalı ne etmeli diye düşünürken birden aklımda ilginç bir fikir uyandı.. Arkadaşlarla birlikte enstitüye giderken Tortum yolunda mola verdiğimizde bizleri misafir eden İmameddin dayı geliverdi aklıma... Acaba bize yârdim eder miydi...Bu soru bir süre kafamı meşgul ederken Çeşmigül geldi aklıma...Ya o bizim yerimizi ağa ve adamlarına söylerse... Gerçi ben bu saatten sonra Zühre için ölümü göze almışken diğerleri umurumda olmazdı... Zühre için, sevdam için...