O günlerde komşumuz Latif dayıdan okumak için aldığım Nutuk'un içinde bir mektup bulmuştum. Sararmış kâğıt bir tarihi fısıldıyor gibiydi...
Mektup acı ve hüzün dolu harp yıllarını anlatıyordu. Evladı Fatihan torunları, dedelerinin mirasını korumak için birer birer şehir oluyorlardı. Balkan harbine katılan bir asker ağır yaralanmıştı. Son nefesini vermeden önce annesine yazdığı mektupta şöyle diyordu :
Sevgili anacağım!
Ebediyen kaybolmuş bir evlat gibi, gönüllü olarak ikinci defa cepheye geldim. Fakat başım henüz omuzlarımın üzerindedir. Meydan savaşında şehit olan arkadaşlarımı düşündükçe pek mahzun oluyorum.
Fırka alay ile beraber hareket ettiğimiz zaman tahminen iki yüz kişiden meydana gelen bölüğümüzün harbe girdikten sonra mevcudu ancak yirmi kişi kalabildi. Saadet ve bedbahtlığım bu bir avuç askere bağlıdır.
Niçin üzülmeyim? Ihsan ancak elli altmış sene kadar yaşayabiliyor. Bu kadar kısa bir hayatı şimdi feda etmezsem belki bir daha bu güzel fırsatı bulamam. Mademki hepimiz öleceğiz; biraz erken veya biraz geç ölmekten ne çıkar? Sağlam bir taş gibi hareketsiz kalmaktansa, mesrurane parçalanarak ezilmeyi tercih ederim. İster şarapnel parçası, ister bir süngü darbesi olsun. Her ne surette olursa olsun yalnız bir defa öleceğim.
Sağımda arkadaşım şehit düştü, solunda subayımın kolları ve gövdesi parçalanıp dağıldı. İkisi arasında bana hiçbir şey olmadı. Kendimi pek mahzun buluyorum. Şehitliğe imrendiğimden sağ kaldığıma üzülüyorum. Ecel henüz gelmedi, şu anda bütün gayretimi şehit arkadaşlarımın öcünü almak için sarf ediyorum...
Bulgar hain ve gaddar bir düşmandır. Onu boğmak, mahvetmek için kalbim sabırsızlıktan parçalanıyor. Çünkü parlak kabiliyet ve şehitlik şerefinden ve şehitlik şerefinden henüz mahrum bulunuyorum.
Ben bir garip köylü çocuğuyum. Şehit olduktan sonra arkamdan bana dua edilecek ve rahmet okunacaktır. Bir saman yığını üstünde ve bir kulübenin saçağı altında öleceğime , savaş meydanında kahramanca dövüşerek şehit olmak daha iyi değil mi?...
Osmanlıca yazılmış olan mektup burada bitiyordu. Gözyaşlarımı tutamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Mektup elimden kayıp döne döne yere düştü. Sayfanın arkasında yazıları nispeten silinmiş bir cümle gözüme ilişti.. Yazının bir başkasına ait olduğu belli gibiydi. O sözcükte şehit askerin mektubunu yazdıktan hemen sonra başına isabet eden bir düşman kursunu ile şehir düşmüştür diye yazmaktaydı.