Göğün delindiğini sandığım bir sonbahar günü, tam dört gün dört gece yağmur yağmıştı. Taşan dere önüne ne kattıysa sürükleyip götürmüş ve köyümüze ve benim küçük dünyamda silinmez izler bırakmıştı.. Köydeki genç yaşlı kadın çoluk çocuk herkes ağlıyor ölenler için yas tutuyor, derin yaralar açan selin izlerini kapatmaya çalışıyorlardı...
1939 yılında Livasor ilkokulunda başladığım günü de unutamam...
Annemin kendi diktiği bu siyah önlük benim için büyük bir mutluluk kaynağı oldu... benim gibi köydeki diğer çocukların da durumu pek farklı değildi onlarda farklı sayılmazdı.... Köydeki büyükler okula başlayan her yeni çocuğa başka bir önem veriyor, nasihat ediyor bazen de köye gelen devlet büyüklerinin örnek gösteriyordu...
Ben bunlara pek kulak asmıyordum. Neden mi köyde bir değişiklik ve yenilik olacaksa bu Şeref hocanın öğrettikleri ile olacağını daha o günlerde anlamaya başlamıştım. Ben, köyüm için bir şeyler yapmalı annemi babamı arabaları sevindirmeli ve onlara faydalı olmalıydım... Bunun o yıllarda nasıl olacağını pek bilmiyordum ama bir sabah güneşin doğuşu gibi farklı bir gün ve yeni bir günde olacağını hissediyordum...
Sel felaketi sonrasında köyümüz den bir çok ani silinmiş yerine acı ağıtlar, yas dolu bakışlar ve nesilden nesille dilden dile anlatılan acı öyküler kalmıştı. Köyde okuma yazma bilen oldukça azdı. Köy öğretmeni Şeref hoca ile köy imamı Lütfullah hoca idi. Köyde ağırlıklı olarak Lütfullah hocanın sözü geçerliydi... Darülfünunda eğitimi savaş nedeniyle yârim kalmış olan Şeref hocayı da sevip sayarlardı ama ona karşı devamlı bir soğukluk vardı... Ben Şeref hoca çok severdim. Uzun boylu vücudu, yeşile çalan gözleri ve naif sesi onu her zaman ve her yerde belli olmasını sağlıyor ve bazı günler okulun pençesinin kenarında udu ile kulağa hoş geldin birtakım melodilerle bireyler mırıldanıyordu. Çocukluğumun en güzel anılarında hep Şeref hoca vardı. Onun gibi bir öğretmen olmak o yılların en güzel hayalidir. Bazı arkadaşlarım Sayman ve tahsildarlık gibi mesleklerden de söz ediyordu ama ben hep insanlara bireyler öğretmek ve onların sıkıntılarını girmekle kendimin mutlu olacağını hissediyordum... ve köyüme memleketime ve tüm Türkiye'ye bilimi edebiyatı tarihi coğrafyayı öğretir her türlü ziraat tekniklerini gelecek nesillere aşilardim....
Çanakkale Savaşları'nda bir gözünü ve bir bacağını kaybeden Salih Çavuş, bazı günler köy çocuklarına anılarını anlatır ve dikkatli gözlerle kendisini dinleyen çocukları eğitim ve okuma konusunda öğütler verirdi... Salih Çavuş nasihatlerinde bazı zamanlar yutkunur gözleri dolar kimi zamanda sanki biraz öncekileri anlatan kendi değilmiş gibi neşeyle çocukların saçlarını okşardı... Biz bu savaşla düşmanı Çanakkale'den geçirmedik ve ülkece birlik bütünlük sağlayıp Çanakkale'nin nasıl geçilemez bir yer olduğunu tüm dünyaya göstermiş olduk. Ama bu uğurda nice şehit ve gaziler verdik bu vatan uğruna. Bir gözüm ve bir bacağım feda bu vatana. Sizler kukuçsunuz henüz bilmezsiniz lakin o yıllarda okulunda okuyan doktor, öğretmen ve daha bir çok meslek sahibi olacak gençlerde şehit oldu gazi oldu. Onların diplomasi sefaretnamesi oldu. Onun için bu vatanın değerini iyi bilin çocuklar...
Sözün burada tamamladığında bir süre kızıllaşan ufka doğru baktı. Neler düşündü neler hissetti bunu hiçbir zaman tahmin edemeyecektim ama kalbim bana bu iyi yürekli amcanın neden çocuklara ilgi gösterdiğini ve onlara nasihat ve bilgi verdiğini hep hatirlayacaktım...