Köyümüzün zamana yenik düşmeyen bir de hanı mevcuttu. Vaktiyle buranın sahibi Hayrullah amcaydı. Yalnız buranın da değil buraya komsu cevizlikler, dutluklar ve daha bir çok yerde onundu. Kadere bakın ki Allah bir evlat vermemişti. Yaslı bedeni artık bu kadar yerle uğraşmayı mümkün kılmıyor o da anilerini ve yasadıklarını anlatarak kendini avutuyordu. Geçen gün eve giderken ona rast geldim... Bir selam verip gidecektim ama bırakmadı.. Duru ve akıcı Türkçesi ile anlatmaya başladı Ha burada gördüğün han Yavuz Sultan Selim döneminde yapılmış ve çeşitli dönemlerde tadilat yapılarak günümüze kadar gelmiş. Haliyle hanla ilgili acı tatlı hatıralar, kesme taştan yapılmış hanın duvarlarına sinmiş gibiydi. Han iki katliydi. Alt kat yük hayvanlarının dinlemesi için ahir ve malların güvende olması için depo vazifesi gören yerlerden oluşuyordu. Bir gün İran'dan hali getiren bir Mirza adında bir kişi burada konaklamak için çıkageldi... Burada bir aralık duraksadı ve Iran da da çok Türk vardır. Mirza da onlardan biri... Söze şöyle devam etti Hayrullah amca. Mirza kılık kıyafetinden zengin bir aileden geldiği anlaşılıyordu. Sigarasını keyifle tüttürürken dağları uzun uzun bakmaktan kendini alamıyordu... Hanın alt sokağında o zamanlar köyün değirmeni vardı ve buranın emektarı Affan dede ve güzel kızı Gülşah'ta değirmenin sahibiydiler Onlar güne erken başlarlar ve su değirmenin gürültüsü altında una dönüşecek buğday, mısır arpa, çavdar ve daha bir çok çeşit tahılın çuvallarını tek tek tek kontrol ederler ve yapılacak işleri sıraya koyarlardı ve öğleye olunca da atıştırmak bir kaç parça yiyecek yemeye koyululardı. ..Mirza da hava almak için han dan çıkmış sokağın başından yürümeye başlamıştı... Dışarıda unutulan ancak iki üç avuç olan son çuvalı almak için değirmenin kapısına çıkan Gülşah'ı ilk kez o gün gördü Mirza... Gülşah farkında değilmiş gibi yaptı lakin adını bilmediği gencin onu bir süre izlediğini anlamış olacak ki çuvalı kaptığı gibi değirmen kapısından bir hışımla girdi içeri...
Gülşah'ın aslında bir sevdiği vardı... Bazen kendisinden bile gizlediği oluyordu. Yörede Selamoğlu olarak bilinen ailenin hayvancılık yapan oğulları Aşkın'a sevdalıydı. Askın'ın ise bundan hiç mi hiç haberi yoktu. Aşkın, güzel kaval çalan, kimi zaman Karacaoğlan dan kimi zaman da Yunus Emre den şiirler okuyan, yaşıtlarına hiç benzemeyen coşkulu ama bir o kadar da duygusal bir gençti. Aslında köyün tüm kızları onu onu içten içe sevmekteydi. Ama Aşkın onlara hiç yüz vermez kimi zaman da onları terslerdi.
Aşkın hayvanlarını kavalının yanık ezgileri ile otlatırken çeşme başında Gülşah'a rast geldi. Bir süre gönülleri konuştu. Çeşme şahit, testilerin soğuk suyu da... Bir sevda otağı gönülleri en derin yerine kuruluverdi... Günler günleri kovalaya dursun Mirza, handan ayrılıp yeniden düştü yollara ama gönlü burada kalmıştı... Bunu biliyordu. Bir yıl oldu olmadı Mirza uzun günler kimi zaman dağ aştı kimi zaman çayların soğuk suyundan geçti. Nihayet köye vardı ama bu kez hana değil de değirmene doğru yürümeye başladı... Yanında bu kez biri daha vardı. Görünüşe bakılırsa bu kahyaydı... Bir kaç adim sonra değirmenin kapısını tıklattılar. Ses seda yoktu. "Kime baktın evlat" sesi ile başını yana çevirdi ve "degirmenciye bakmıştım" dedi bir çırpıda. Affan dede bu hafta değirmene hiç gelmedi. dedi ince sesi adam. Adamın görünüşüne bakılsa bu ses ona ait değilmiş gibiydi... Bir şey demeden hana gitmeye karar verdi... Ne olmuştu da Affan dede yoktu ortada. Merakına yenik düşüp bu kez Affan dede hancıya sordu. Hancı da kızını evlendirecek onunla meşgul olduğunu için değirmene gelmez oldu bir süredir... Mirza, Gülşah'ı tamimiyle kaybedebilirdi. Bir çare bulmalıydı. Ama ne? Kahya söze atıldı kızı kaçıralım dedi. Mirza ise onu duymamazlıktan gelir gibi yaptı anlaşılan aklında başka bir fikir vardı... Düğünden önceki gün Mirza öfke ne hınçla dolu bir şekilde hanın tahtalarında bir oraya bir buraya hızlı hızlı yürüyor ve ne yapması gerektiği ile ilgili planı kafasında kurguluyordu...
Elinde silahı pusuda bekleyen Mirza, Selamoğlu'nun evlerini gören gören bir yerde beklemeye başladı. Amacı Aşkını vurmaktı... Kâhyası ise handa olan bitenden habersiz beyinin gelmesini bekliyordu... Derken Aşkın uzaktan göründü. Hemen yanında Gulsah ve aileleri ve büyük bir kalabalık vardı... Doğru anın geldiğini düşünerek silahını tetiğine bastı ve büyük bir feryat koptu... Güzeller güzeli Gülşah kanlar içinde yerde uzanmış yatıyor ve ağlayanlar feryat figan ediyorlardı. Bir aralık herkes silah sesinin geldiği yöne baktılar... Hücuma geçen nefesler gibi birbiri ardınca koşmaya başladılar. Mirza o anda tetiğe bir kez daha bastı bu kez Aşkın vuruldu... Mermisi bitinceye kadar beş kişi de yaralandı... Tüm köylü Mirza'yı linç ederek öldürüldüğünde cesedi, bir gece vakti herkes uykudayken kahyaya gizlice bulup atına attığı gibi tozu dumana katip gözden kayboldu...
Hayrullah amca sözlerini tamamlamış olacak ki duraksadı. Ve bu hanın hikayeleri bitmez Tahir, sen de bir gün birine sevdalanırsan onu ölümüne sev. Gerçek ise sevdan şayet ölüm bile ayıramaz seni sevdiğinden dedi... Ve izin isteyip eve doğru yürümeye başladım...
...