Yusufeli'nin sarp dağlarındaki ormanları korumakla görevli olan orman muhafaza memurlarının da çokça anlatılan hikâyeleri vardır. Onlardan birini tandır başında ekmek yapan teyzemden çokça dinlemiştim. Biraz önce tandırı yakmış teyzem bir yandan hamurları yeter ölçüde açıyor ve bir yandan da hamurları hazırlıyordu. Az önce lapataya yerleştirdiği hamuru hızlı şekilde tandırın sıcak duvarına vuruyordu. Egişle de pişen ekmekleri çekiyor ve aynı işlemi bir biri ardına tekrarlıyordu söze başlamadan önce çubukla kozu bir süre karıştırdı ve nihayet anlatmaya başladı :
Bizim köyün ormanlarını ve meralarını korumakla görevli üç kişi vardı Bunlar dört aylık dönüşümü halde görev yapıyordu. İkinci değişim için Haşmetle Yusuf arasında alacaktı. İkinci görev Yusuf undu üçüncü ve yılın son dört ayında ise Mithat görev yapacaktı...
Yusuf, ilkbaharın çiçeklerinin açtığı ilk günlerde köye gelip muhtara bilgi verip görevine başladı.. İlk günler, uzun kış günlerinin hiç erimeyecekmiş gibi duran karların bahar güneşinin etkisiyle yavaştan erimesiyle başladı... Doğa uyanıyor, uzun kışın beyaza boyadığı her yerin gerçek görüntüsü ortaya çıkarıyordu...
Nisan ayının ortalarına doğru sırtında tüfeği ile Yusuf bayırlara ulaşan patikaları ardına bırakıp Tacar'ın gölünün eşsiz manzarasında dinlenmeye koyuldu...Yaz başına doğru yemyeşil çimenlerin ortasındaki bu göl, saklı bir cennet gibi gelip geçenleri selamladı. Kimi zaman yaban kazlarının sesleri duyulur kimi zaman da turnaların göğe yükselişi ile etraf renkli bir hal alırdı... Yusuf üşüyen ellerini uzun parkasında bir süre ısıttıktan sonra, yeniden doğruldu ve yürümeye başladı... Kartalların süzüldüğü dağları bir süre izledi. Bir şeyler düşündüğü muhakkaktı lakin konuşmayı pek sevmezdi...
Köyün deresi eriyen karlarla kabarmış ve çamurlu bir halde akmaktaydı. Köhne bir ahşap köprüden alelacele geçip yürüyüşünü devam ettirdi. Yalnız eriyen karlarda bir şey dikkatini çekmişti: Kan damlaları ve adımların izleri... Sanki sürüklenir gibi bir şey çekip götürülmekteydi. Adımlarını sıklaştıran Yusuf tepeye ulaşınca bir gürültü duydu...Bir avcı cengel boynuzlu bir yaban keçisini kan ter içinde sürükleyerek götürüyor ve hayvanın buzdan donmuş gözleri yolun tam tersi yönüne canlıymış gibi bakıyordu... Bir kaç adım sonra Yusuf , avcıya yetişti. Avcı Havgerli'ydi. Oflu Mehmet olarak bilinen bir küfürbaz bir adamdı. Oflu falan değildi lakin orada askerlik yaptığı için köylüler onu böyle bilir ve çağırırdı.
Oflu da onu tanımış ve ne diyeceğini bilemeden telaşla söze başladı:
-Dayı oğlu nereden geliyorsun dedi.
Yusuf :
-Ormanı kontrole gidiyorum dedi ve ekledi iyi etmemişsin Oflu bu hayvanı vurmakla, yazık etmişsin şuncağıza! ve devam etti bu keçinin yavruları ne halde hiç düşündün mu? Kaç gün dayanır bu gıdikler? Yusuf bir yandan ağlıyor bir yandan da nerede vurdun bu masunu diye biraz da sinirle, Ofluya sorular soruyordu. Nihayet keçiyi nerede vurduğunu söyleyen Oflu; sanki az önce bir konuşma yapmamış gibi keçiyi sürüklenmeye devam etti ve Yusuf'a başka bir şey demedi...
Yusuf biraz da heyecanla tam tersi yöne koşmaya başladı. Oflunun tarif ettiği yere geldiğinde yavru bir keçinin sesini duymaya başladı. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü ve nihayet, henüz bir kaç günlük olduğu anlaşılan yavrunun titreyen bedeniyle etrafa bakıp acı acı annesine seslendiğini gördü. Yusuf gözyaşları aka aka minik yavruya yaklaştı ve zayıf bedeni soğuktan titriyordu. Yusuf işte o anda parkasını çıkardı ve minik yavruyu sarıp sarmaladı. Görünüşte başka yavru yoktu...Hemen patikaya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı... minik keçi yavrusu ısınmış olacaktı gözlerini uykuya dalacakmış gibi gibi açıp kapatıyor bazen de annesine seslenerek meliyordu.
Köye geldiklerinde muhtar olayı duyunca Ofluyu bir güzel paylamış ve konu komşunun öfkesi ona karşı öfkesi uzun süre geçmemişti...
Yusuf'un yaptıklarını öğrenen köylü ise onu büyük takdir etmiş ve yaşlıların hayır dualarını almıştı... Yusuf akrabası olan Yılmaz amca çok güvendiği için keçi yavrusunu ona teslim etmiş ve ara bir de uğramayı ihmal etmiyordu...
"İşte böyle Tahir "dedi teyzem ve sözlerini tamamladı ve tandır başında
biraz önce gözümü yaşartan dumanı unutmuş gibi Cevizliklere bakıp bir süre ağladım. Minik keçiyi düşündüm... Bundan sonra gördüğüm tüm yavru keçilerin gözlerini öpeceğim belki o zaman onlar hiç ağlamazlar.
....