Boz ayıların kış uykusu mevsimi henüz başlamamışken, bir anne ve iki yavru ayı, derin ormanı aşıp dedemlerin evinin yanında bulunan ambara dadanmıştı. Ambarın kapısının açık olduğunu anlayan bu aile içeriyi dağıtmış ve tüm yiyecekleri bir güzel mideye indirmişti. Aslında ayvanda saksağanların lezzetli mi lezzetli kurutları çaldıklarına çokça şahit olurdum lakin pencereden manzaraya bakarken bir ayı ile göz göze gelmek hiç aklımda yoktu.
Aslında dedem ayıları korkutmak için tuhaf sesler çıkararak bu konuda hiç te boş olmadığını gösteriyordu. Çünkü onlarla çokça anısı vardı... Benim ayılardan biraz korkmuş olduğumu sezmiş olacakken, gülüp eğlenerek şakalar yapıyor ve şimdi ayıların sayısı az bile, Biz çocukken daha fazlaydılar. Zamanla kaçak avcılar tarafından acımasızca vurulup sayıları azalmış ve ormanın derinlerine yaşam alanlarını devam etmeye çalışıyorlardı...
Dedem on iki on üç yaşlarında iken büyükbaş çobanlığı yaptığını anlatırdı kimi zaman. İşte o zamanlarda bir anısı vardı... Hayvanların otladığı ve dönüş yoluna başladığı bir akşam üstü büyük dedesinin kahramanlık madalyası ile birlikte tek yadigarı köstekli saati, son kez 16:14'ü gösterip kayıp gideceğini nereden bilebilirdi dedem...Kaybolmuştu bu doğruydu buna üzülmemişti dedem. Üzüldüğü nokta gözünden sakındığı ve büyük bir gururla taşıdığı bu ata yadigarı saati yitirmesiydi. Sanki bu saati yitirdiği günden beri dedemin başı dertten beladan kurtulamamış ve başında sürekli kara bulutlar dolaşmaktaydı..
Köstekli saatin sırra kadem bastığı günün ertesinde, dedem kan ter içinde öğlen molası verdiği gözenin dibindeki kayanın etrafına uzun uzun baktı lakin hiçbir şey bulamadı... Yere eğilmiş saati aramayı bir süre sürdürdüğü vakit az ilerde koniler çamların içinden homurtulu sesler gelmeye başladı. Dedem panik yapmadı lakin bu sesin ne anlama geldiğini biliyordu. En azından öyle düşündü... Bu iri cüssesiyle ve keskin pençeleriyle bir ayından başkası değildi.... Dedem ne yapacağını bilmeden artık sonun geldiğini düşünüp, düşüp bayılacakken, ormanın biraz daha güneye bakan yüzünde bir kaç el tüfek sesi duyuldu... İri cüsseli ayının dikkati sesin geldiği yönün tam tersi yönüne hızlıca kaçtığını gören dedem nasıl büyük bir tehlikeden kurtulduğunu sonrası köylülere anlattığında anladı... Yeğen Allah seni korumuş, verilmiş sadakan varmış dediler köylüler bir süre sanki ağız birliği etmişçesine... Aslında o gözenin biraz uzağında Ahmet dedenin arıları vardı. Bu ayı muhtemelen onlara da zarar verecekti lakin silah sesiyle ürktü ve kaçmaya başladı...
Desem bu ayından canını kurtarmıştı kurtarmasına ama köstekli cep saati artık acı bir hatıra olarak tarihteki yerini aldı...
Ambarın kaprisini uzun süre zorlayan ama açmayan ayılar bir süre etrafa baktıktan sonra bahçedeki mısırları bir süre mideye indirdikten sonra yavru ayılarla mısır bahçeden uzaklaşmadan evvel son bir bakış attı dedemin evine... Dedemin dediğine göre bu son bakışta çok şey gizliydi, kusura bakmayın der gibi bakıyordu... Ama bu yumrucukların tatlı tatlı kaçışları görülmeye değerdi doğrusu...
Ayıları o günden sonra daha çok sevmeye başladım...
Maşşap Dedenin taş evinin hemen dibinde bir ara durdular sonra koşar adım yollarına devam ettiler...
Taş duvarı bir süre izleyen dedemi de bir düşünce almış olacak ki sustum ve hadi evlat kapat pencereyi dedi ve divana çıkıp bağdaş oturdu ve derin bir iç çekti ve bir süre sonra da suskun bir hal aldı.
...