40
Dedem ile Yusufeli' ye gittiğimizde çarsıda mutlaka uğradığımız bir dükkan vardı. Çarsıda semercilik yapan iki kişi var, biri Hacı amcaydı.
Yanına gittiğimde işine dalmış, bir semer yapmakla uğraşıyordu. Selam verdim, selamımı büyük bir samimiyetle alıp buyur etti, oradan buradan konuştuk. Mesele mesleğiyle ilgili kısma geldi. “Eskisi gibi eşek kalmadı” dedi Hacı amca. Ve bir fıkra anlatayım diye de başladı:
"Politikacının yolu Remoların köyüne düşmüş. Köyde gezinirken bir ara politikacının gözü yoldan geçen, boynunda çıngırağı olan eşeğe takılmış. Eşeğin arkasından gelen Remo’ya sormuş politikacı:
-Ya bu eşeğin boynuna çıngırağı niye taktınız?
Remo:
-Eşek yürürken çıngırak çalıyor, durunca çıngırak sesi kesiliyor. O sırada ben de koşup eşeği yürütüyorum.
Politikacı, “E peki ya eşek durup sadece boynunu sallarsa nerden anlayacaksın peki?” diye sormuş ukala ukala..
Remo da yapıştırmış cevabı:
-Sizin gibi akıllı eşeği nerden bulacağız ki!"
“Ne öyle akıllı eşekler kaldı ne de semer ustası” dedi Hacı amca. Gülüştük.
Teknoloji girdi mi bir işe gönül oradan kaçar
Çay söyledi. “Kadim bir meslek çulculuk” dedi hacı amca. Yük ve binek hayvanı olarak kullanılan at, eşek ve katır gibi binek hayvanlarının taşıyacakları yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için, ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arası kamış otları ile doldurulup sarılarak dikilirmiş semerler: “Bu kamışları bilinen sazlıklardan kendimiz gider toplarız.”
Bazı yörelerde buna “palan”, bu mesleği yapanlara da çulcu, palancı ya da semerci adı da veriliyor. “Bana sorarsanız çulcu en güzeli” diye ekledi Hacı amca.
“Bizde metre falan olmaz, çulcunun ölçü birimi ya karışları veya çula attığı çentikleridir. Teknolojiyi işimize bulaştırmıyoruz.” deyip, “teknoloji girdi mi bir işe gönül oradan kaçar “diye de bilge bir söz etti çulcu ustamız.
“İyi bir ustanın elinden çıkan çul, hayvanın sırtına vurulduğunda hayvana kesinlikle zarar vermemeli, bir takım elbise gibi hayvanın üzerine oturmalı. Çulcular zaten kendilerini 'hayvan terzisi' olarak nitelendirir.” diye sohbetine devam etti hacı amca: “Eskiden deve üzerine atılan ve 'havut' denilen deve palanları da biz yapardık. Önce develer gitti^, şimdi de eşekler. Yakında bize de yol görünür. Şimdiki gençler yapmaz bu işleri, hem zaten eşek binen de kalmadı ki. Eskiden şu aşağı bayırda sürüyle başıboş eşekler dolaşırdı, şimdi onları da görmez olduk, gece yarıları birileri kamyonlara bindirip götürdü diyorlar görenler.”
Eşekleri mutlu eden meslek
“Hele bir çay daha söyleyeyim de öyle anlatayım” diyerek bu işte kullandıkları keçeye dair de ilginç bilgiler verdi amcamız: “Bizim işte vazgeçilmez malzemelerden biri de keçedir. Koyun yapağısından dövülerek ve sıkılarak dokuma yapılmadan elde edilen bir kumaş olan keçenin hikayesi bir hikayesi var. Biz Maraş’tan getiriyoruz keçeyi. Keçe, soğuk yerlerde yaşayan ve geçimini hayvancılıkla sağlayan toplumların buluşudur, sıcak tutması ve ısıyı yalıtması, yaygı ve giysi olarak kullanılmasına sebep olmuştur. Önce insan ısınmış, sonra eşeklere, develere de yapılmıştır.”
Sözün tam burasında bir hikaye daha anlattı bilge Hacı amcam:
“Köyün yaşlı semercisi Bekir usta ölmüştü.
Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepindiler, oynamaya başladılar. Yaşlı hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler:
– Haberin yok herhalde, semercimiz öldü.
– Ne olmuş öldüyse?
– Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız.
– Nasıl bir özgürlükmüş bu!
– Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak, kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız…
Yaşlı eşek gülmüş:
– Şaşarım aklınıza… Bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu. Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. İyisi mi siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.”
Elindeki çuvaldıza bir ilmek attı hacı amca ve başladı icra-yı sanata… Biz veda edip giderken eşeklerin en çok sevdiği mesleklerden olan semercilik ve keçecilik, kaybolan bir çok mesleğimiz ve değerimiz gibi tarihimizin nostaljik ve zengin koridorlarında seçkin yerini almış bulunuyor çoktan. Semercilikle uğraşanlara kimi esek terzisi de dendiği olurdu...
Hacı amca bir yandan semeri süslüyor bir yandan da şu masalı anlatmaya başladı:
Bu bir takkelidag masalidir evlat!
Bir varmış bir yokmuş! Semer bazen eşeğin, bazen semercinin terekesine girermiş. Kimi eşeğin sırtına semersiz binermiş, kimi eşekten düşer yeri öpermiş. Bu dünyanın hali zahiridir, görünüş aldatır, kimin eşekten düştüğü, kimin duttan düştüğü anlaşılmaz. Damdan düşen de birdir, dama çıkan da! Dut ağacına çıkan dut yer, dama çıkan damdan düşer. Eşekten düşen de iflah olmaz, duttan düşende! Bir hikâyeye göre düşenin dostu olmazmış, baş üstüne çıkanın da başı düşmandan kurtulmazmış.
Bu dünya, dünyalık yapma dünyasıdır. Bu nedenle eşeği de eşekliği de sahibine bırakalım! Eşekliği kim sahiplenecek derseniz, kimse sahiplenmez! Lâkin bir yakışanı bulunur!
Eşek girmiş ekine
Kulakları dikine
Memleket harman yeri
Arpa ekmeği neyine?
Efendim memleketin birinde ben deyim Takkeli dağın gerisi, siz belleyin Kaf dağının berisi, bir semerci yaşarmış. Semercinin işi semer yapıp semer satmak. Eşek sahibinin işi semer almak. Eşeğin işi de semeri kuşanmaktır. Eşeklik zor zenaat olmalı. Hem sahibinin kahrını çekeceksin, hem semerciden şikayet edecek dilin olmayacak, hem de yük altında ezileceksin. İş mi bu? Birbirine kızan ademoğlunun eşeğin adını anarak sövmesi de cabası!. Boşuna dememişler “eşek sahibine göre anırır”. Neyse sözü özünden zıldırıp lâfı acemi ocakçının körüğü gibi foslatmayalım. Semerciye gelelim.
Bizim semercinin derdi de, horantası da fazlaca, horatası yokçaymış. Bir Kızı varmış, o da dul kalmış, 5 çocukla gelmiş baba ocağına oturmuş. Bir oğlu varmış, bir baltaya sap olamamış, –söz meclisten dışarı- eşeğin biriymiş. Onunda iki karıdan 9 çocuğu varmış. Zavallı semercinin bir de Deli Eşe derler bir karısı varmış ki…. Sözle falan tarif edilemez. Cenab-ı Allah kimsenin başına böyle bir musibet avrat musallat etmesin (Amin). Kadın, ama ne kadın; sözü var saç başar keser, gözü var yazıdan geçen atı yere serer, kulağı var esen yelden sır dinler, çenesi kerpeten gibi, dişleri kazma misali, kaşları çatık, ağzı yamuk, dili çatal, sesi var kurna kırar, süsü var, kahve yakar. Böylesi düşman başına desen, düşmana yazıktır. Demem o ki semercinin hayatı zindan imiş. Zavallı adamın yüzü bu dünyada ne evlattan ne avrattan gülmüş.
Masal bu ya, zamane medyası yerine geçen tellallar günlerden bir gün kırda, kentte, yolda, belde, dağda, taşta başlamışlar bağırmaya:
- Ey ahaliiii… Duyduk duymadık demeyin! Padişahımız Efendimiz, kıymetli Sultanımız buyurdukiiii… Eşek ölür kalır semeriiii, Sultan ölür kalır eseriiii! (Donk, donk, donk)… Bu böyle biline…. (Donk, donk, donk).
Allah cümle alemi akran, düşman şerrinden korusun, padişah efendimizin adaletinde muhafaza eylesin (Amin). Banlayıp duran tellâlların lâfı nerden gelir nereye gider, ucu kime dokunur ben bilmem. Ben masalı anlatır geçerim.
Efendim, bizim semerci ustası işliğinde kendi halinde çalışırken tellal makûlesinin sesleri kulağına çalınmış. Dinlemiş, anlamış, yine dinlemiş, doğru mu anladım acaba demiş, yine dinlemiş. Kulaklarına inanamamış. “Alın terine, bunca emeğe, sabra, ustalığa hiç mi sadakat, takdir iltifat yoktur bre..” diye hayıflanmış. Şöyle düşünmüş :
- Semerin sahibi eşek olamaz. Eşeğin sahibi kimse semerin de sahibi odur. Eşek ölürse semer sahibine kalır. Eşeğin sahibi ölürse, eşek sahibinin terekesine girer. Eşeğin sahibinin varisleri eşeği paylaşamazlar. Çünkü, miras söz konusu olduğunda eşek kasaplık hayvan olmadığından kesilmez. Allah’ın gazabı eşek etinden sucuk yapanların üstünde olsun (Amin). Fakat eşek ile semer tek parça sayılır, bu durumda eşeğin semeri eşeğindir. Hem eşek ölünce semer boşta mı kalır? Yeni bir eşek bulunur, semer ona vurulur. Yeni eşek eski semerden huylanırsa angırır babam angırır! Bu durumda eşeğin angırması şuna delâlet eder; eski semer geberen eşeğin dalına göre kalıplanmıştır. Yeni eşeğin beli, böğrü, döşü bu yalama semere uyum sağlayamaz. O zaman yeni eşeğe yeni semer gerekir. Ya da eski semeri elden geçirip, yeni eşeğe uydurmak gerekir. Yeni semer alırlarsa semerci de eşek de kazanır. Semer elden geçer, yeni eşeğin sırtına uyarlanırsa eşek mutlu olabilir; amma, semerci az akçayla çırak çıkar. Semerci ölürse işlik evlâda kalır. Evlât hayırsız ise neyleyim malı deme, o zaman işlik yol kardaşlarından en eskisine kalır. Ne ki, ben bu garip semerci kafamı çalıştırdım, amma Sultan ile eşek arasındaki teşbihi ise anlayamadım. “Eşek ölür kalır semeri, Sultan ölür kalır eseri” sözündeki hikmet-i hükme benim aklım erik değildir. Varıp bir de Nalbant Ağa’ya soruvereyim.
Sen bir garip semercisin be adam, tellâl takırtısının içreğini çözmek sana mı düştü. Ama işin özü öyle değil. Kötü avrat adamı filozof yaparmış. Semercinin ki de o hesap işte. Kalkıp Nalbant Ağa’ya varmış. Selâm, kelâm ve bir iki satır da hoşbeş ettikten sonra, bizim semerci Nalbant Ağa’ya açılmış:
- Ay Ağam, “Eşek ölür kalır semeri, Sultan ölür kalır eseri” sözündeki hikmet nedir?
Nalbant Ağa hımlamış, mımlamış; yukarı tükürse kırpık bıyık, aşağı tükürse tahta sakal. Hani mesele eşeğin nalları üzerine kurulu olsa bir cevabı olacak. Naldır düşer, toynak örselenir. Bu halin çaresi vardır, toynağı biraz düzlersin, yeni bir nal çakarsın geçer gider. İçinden de şöyle düşünmüş “Ülen bu gidi semercinin işi gücü yok, boş kaldıkça hindi gibi düşünür, karga gibi şakılar. Başımı bu yaştan sonra belâya sokacak”. Fakat gözlerini demirci ocağındaki ateşin küller arasında kaybolmuş yüzüne dikmiş, derin bir tefekkür içindeymiş gibi duruş gösterip, öylece kala kalmışa yatmış. Beklemiş de beklemiş. Semerci Nalbant Ağa’ya bakar, Nalbant Ağa ocağa gözleri dikilmiş vaziyette donakalayazmış gibi durur. Bir süre geçtikten sonra besmele çekip, semerciye dönmüş, zavallıyı tepeden tırnağa acır gözlerle süzmüş ve diyeceğini demiş:
- Geçinmeye niyetin varsa eşekle semer de dur, Sultanı meseleye karıştırma! İlk sözümde budur son sözümde budur. Var git gayri, eyleme beni.
Semerci alacağı cevabı almış almasına da beğenmemiş. İnsanoğlunun aklı bir kere çelinmesin. Delinin aklına taş getirmekle, akıllının aklını çelmek arasında fark yoktur. Semerci, Nalbant Ağa’dan izin isteyip ayrılmış.
Düşüne taşına, eli kıçında dembeste gibi yürürken ayakları alışkanlıkla onu evine götürmüş. O sıra da karısı kapının önünde ip bükermiş. Herifini görünce “Ne işin var burada heriiiff” diye cızlamış. Adam meşgul, düşünceli ya içinden “bari avrada sorayım” demiş. Meseleyi açmış:
- Hal böyleyken böyle, semer kimin, bu işte bir aksaklık var. Sultan ile eşek arasındaki teşbihe aklım ermedi. Nalbant Ağa da, geçinmeye gönlün varsa eşekle semerde dur; gerisini karıştırma dedi. Sen ne dersin avradım?
Dedik ya böylesi avrat düşman başına bile değil. Çatal dilli, çinçavat Deli Eşe hiç düşünmemiş, aklına geleni sallamış.
- Eşek öldüyse semer semercinin hakkıdır. Sultana da halt etmek düşer! Git hakkını al!
Vay anam vay! İş çepreşti Kimin hakkını kimden alacaksın. Kimin hukukunu kime soracaksın. Kadıya danışsan olmaz, içine atsan bir türlü, dışına çıkarsan başka türlü. Semercinin beynine kurt girdi ya, kemirip durur gayri. Semerci doluya koymuş almamış, boşa koymuş dolmamış “Bari gidip kahvede oturanlara sorayım” demiş. Varmış kahveye. Lâfı ağzında gevmemiş, ortadan söylemiş vesselâm!
- Selamın aleyküm ağalar! Bir sualim vardır. Hem de başıma dert olmuştur. “Eşek ölür kalır semeri, Sultan ölür kalır eseri” ne demek ola? Eşek ile Sultan arasındaki koşutluk necedir?
Kahvehane ahalisi homurdanmış, sokurdanmış. Kimileri içinden “Ülen bu mesmosuz semerci başımızı belâya sokacak” diye belinlemişler. Kimileri pis pis sırıtıp sırtlarını dönmüşler. Kimileri Allahın selâmıdır diye selâmı almışlar, lâfın gerisine karışmamışlar. Bir iki zirzop çıkıp “semeri sen kullan” diye zavallı adamı sarakaya almışlar. Aklı başında bir iki ademoğlu “bunları düşünme, düşünmek sana mı kaldı, semeri sat, akçaları keseye at, iç tütünü, salla g... ” diye nasihat çekmişler. Zavallı semerci çaresiz, boş gözlerle kalabalığı süzmüş. Yerinden kalkacak olmuş ki, omzuna bir el dokunmuş. Dokunan yaşlıca bir adammış. Semerciye “Bu işi bir de Takkeli dağın güney eteğindeki Aksakal Baba’ya sor” demiş. Semerci umarsız gözlerle yaşlı adamı süzüp, kelikleri kıçını döverekten Takkeli dağa seğirtmiş.
Takkeli dağın eteğinde ne in var ne cin var. Ürkütücü bir sessizlik, bir yalnızlık, umutsuzluk, ürküntü basıyor insanın içini. Hani, it bağlasan durmaz desen yeridir. Semerci bön bön bakınırken ayağının altından kayan toprak ayıltmış onu. Durduğu yer bir mezar taşıymış meğer. Eliyle yere yapışmış taşın tozunu temizlemiş. Taşın üzerinden elifi, kafı seçmiş. Anlamış ki Aksakal Baba’nın kabri üstünde. Mezarın üstüne iyice eğilip sormuş:
- Ay Aksakal Baba, işin sırrı nedir? Sultan ile eşek arasındaki teşbihin gizi nerdedir?
Soru bitince semercinin kulakları uğuldamış, başı ağırlaşmış, yazının sessizliğinde bir ses çınlamış:
- Ey oğul, ne zaman insanoğlu eşeklikten vazgeçerse, Sultan ile eşek arasındaki teşbih abesle iştigal olur. Ama devir o devir değil. Sen sen ol eşek olmadığını kimselere belli etme! Bilirim buradan yedi adım uzaklaşınca sözlerime kulak asmayacaksın. Burnunun okuna gideceksin. Çünkü eşek olmayanlar hep böyle yapar.
Semerci bu sözleri duyunca ürpermiş. Sonra oradan hızla uzaklaşmış. Yedi değil, yedi bin yedi yüz yetmiş yedi adım atmış. Kentin ortasına geldiğinde şöyle bağırıp dururmuş:
- Ey ahaliiii duyduk duymadık demeyin! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur! Eşek geberir leş olur, Sultan ölür na’ş olur!.....
Çarşının ortasında bir aşağı bir yukarı k.... a kabak bağlamış sıçan gibi dolanıp dururmuş. Çarşı kolcuları duruma el koymuşlar. Semerciyi yaka paça Kadı Efendinin huzuruna çıkartmışlar. Kadı Efendi, kolcuları dinlemiş, esnaftan sözüne itibar edilir iki üç kişi tanıklık etmiş. Semerciye de bir sözü olup olmadığını sormuş. Sonra kararını açıklamış:
- Şikâyeti aldım kolculardan, safahatı dinledim tanıklardan, bir diyeceği olup olmadığını sordum sanıktan, hükmü inşa ettim kitaptan. İmdi, kararım kat’idir: Sultan ile eşek arasında teşbih yapan bu kerataya seksen değnek vurula, susmazsa ağzına yağlı çaput tıkıla, yine susmazsa dama atıla. Damda dahi susmazsa boynu vurula!
Biz olup biteni, hiçbir safahatını değiştirmeden tıpkısı ile naklettik. Adam adama, devir devire, eşek eşeğe, Sultan Sultana benzer. Semerciye ne olmuş derseniz, hikâyeyi derlediğimiz kaynaklarda semercinin akıbeti hakkında bir malumata rastlayamadık. Umudumuz, gönlümüz semercinin özgürlüğüne kavuşmuş olmasından yanadır. Her ne kadar sürçü lisan ettikse af ola!
Dönüş yolunda dedemin bu ilginc ve bir o kadar da bilge arkadaşını düşünüyordum.
...