51
Yeni yıl yeni umutlar yeni hayaller demek... Bizim köyde yeni yıl taze karların uzun gecelere armağanı gibidir... Yer gök beyaz bir dünya gibi yeniden kurulur, evler yağan karlarla kimi zaman görünmez bir hal alırdı...
İlkbahar ise yaramaz bir çocuk huysuzluğu gibi geçmişti bu sene... Bu sene diyorum çünkü geçen yılların ilkbaharını görmüş biri olarak bana çok tuhaf geliyordu bu durum... Ne yalan söyleyeyim çokça da üzüyordu bu beni... Sararmış defterindeki çığlıklarda bunu çokça görmekteyim... Oysa bir kaç sene evvel ilkbaharları defterime yazarken doğa tasvirleri, kişileştirmeler bazen de duru cümlelerle ne de güzel yazdığımı bilirdim... Oysa simdi... İlkbaharların eskisi gibi tadı tuzu yoktu. Geçtiğimiz yıl ise barajcılar madenciler derken köydekilerin huzuru kaçmıştı...
Benim için de birkaç ay sonra gitmeyi planladığım enstitü hayali bir yıl sonraki yıla kalmıştı... Buna da çokça üzülmüştüm ama beni en çok üzen Zühre'yi bir daha görememek olmuştu... Bu yılın benim için en üzücü durumu buydu belki de...
1948 iste tüm bu olayların ardında merhaba dedi bizlere...
Ağustos ortasında öğleye doğru hava birkaç dakikaya kalmadan hafiften kararmaya başladı...Sanki köyün devasa dağları güneşin önüne set olmuştu da ışık köye gelmiyordu... Çeşmeden güğümlerle su taşıyordum ki ne oldu nasıl bilinmez güneş tutulması olmaya başladı... Köydeki herkes panik halinde oraya buraya kaçışıyor ve ne yaptığını bilmez bir hal alıyordu... Köyün yaşlıları ise tümüyle camiye gidip Yüce Allaha dua ediyorlardı... Güneş tutulmasında ilk bebeğine hamile olan Mesude iğdir "Annem ve teyzemler karanlık ve perdeleri kapalı bir odada kalmam için ısrar etti, yatağa uzanıp dualar okumamı söylediler "dediğini nenem anlatmıştı dedeme...
Güneş tutulması yaklaşık altı dakika sürdü ama bu bizim köyde bir asır gibi geldi... Zira herkes biliyordu ki artık bu olaydan sonra hiç kimse eskisi gibi değildi ve öyle olması da beklenemezdi...
Köy kahvesindekiler Muhtar ve Kerim dayı ile Zeki dayı bir ara şoseye baktığında gözlerine inanamadı. Zira çok sayıda araç içinde büyük bir konvoy geliyordu köye... Karşı tepeye ulaştıklarında çok sayıda turist ilginç gözlükleriyle göğe daha doğrusu güneşe bakmak için durdular ... Ayın güneşi tamamen kapattığı kimi yerler altı buçuk dakikayı aşkın süre karanlık içinde kalmıştı. Bizim köydeki insanlar bu güneş tutulmasında ise biraz panik halindeydiler...
Meğerse tutulmayı günlerdir bekleyen amatör gökbilimciler ve bilim adamları bu fırsatı kaçırmamak için bazen çok uzun yolculukları göze almış ve köye hakim bu tepeyi seçmişlerdi... Güneş tutulmasının özellikle açık ve net izleneceği tahmin edilen Morkaya köyü alışık olmadığı bir ziyaretçi kalabalığını ağırladı...
Kahvedekileri kısa süren bir sevinçten sonra bir tedirginlik almaya başladı...Bu tedirginlik tüm köye yayılması uzun sürmedi... Barajcılar, madenciler... şimdilerde ise gök bilimciler köye gelmeye başlayacak ve köy bir rüyadan uyanır gibi eski doğal halini kaybedip mahvolacaktı...
Neyse ki bu tam güneş tutulması kısa zaman içinde tekrar eden bir doğa olayı değildi...
Dedem bu olayı küçükken de yaşamış hatta 1910'lu yıllarda bir insanın hayatında bir kez görebileceği Halley Kuyruklu Yıldızını bile görmüştü... Görmüştü görmesine de o vakitler bunun kuyruklu yıldızlı olduğunu köydekilerin bilmesine pek imkan yoktu herhalde...
Dedem, köydekiler gibi gök bilimiyle ilgili temel bilgileri öğrenmeye başlamıştı... Hatta bir gün armut ağacının az uzağındaki ocakta nenem yemek pişirirken, dedem gezegenleri sesli okuduğunu görmüştüm... Gezegenlerin birinin adı da Zühre'ydi. Ama bu Zühre adını bir gezegene vermek kimin aklına gelmişti ki. Belki de vaktiyle yine böyle bir Zühre vardı onu çok seven gökbilimci yâri , onu görememenin verdiği özlemle bir gezegene onun adını vermişti... Kim bilir... Oysa Zühre benim gönlümün değişmez ve biricik prensesiydi... Güneş tutulması bir kez daha gösterdi ki bizim Zühre'ye olan sevdam bu dünyadan öte bir sevgiydi...
Benim gönlüm onu görmediğim her gün ölü gibiydi.
Dedem bir akşam su efsaneyi anlatmaya başladı :
Zühre dediğin sabah yıldızı, Venüs.. bu yıldızın bir zamanlar kadın olduğuna dair Araplar arasında yaygın bir efsane vardır: “derler ki, bir vakitler harut ve marut diye iki melek vardı; bunlar meleklere yakışır biçimde alçak gönüllü olmayı unutup, erişilmez güzellikleriyle kurumlanmaya başladılar: “biz ışıktan yaratılmışız: ana rahminin karanlığından çıkan şu sefil insanoğlu gibi günaha ve tutkuya bulaşmamışız.” böyle diyerek, saflıklarının, günahsızlıklarının kendi güçlerinden ileri gelmediğini unuttular; evet, temiz ve günahsızdılar, ama bu, onların arzu nedir bilmemelerinden ve ona karşı koymakla hiçbir zaman yükümlü tutulmamalarından ötürüydü sadece. onların bu küstahlığı rabbin hoşuna gitmedi ve onlara şöyle dedi: “yeryüzüne inin ve kendinizi orada deneyin!” böylece mağrur melekler yeryüzüne indiler ve orada insan kılığında, insanların arasında dolaşmaya başladılar. ve yeryüzüne indikleri daha o ilk gece, görülmemiş güzelliğinden ötürü insanların ‘ez Zühre’ dedikleri bir kadına rastladılar. iki melek, bu kadına insanoğlunun gözleri ve onun duygularıyla bakınca zihinleri karıştı ve tıpkı insanoğlu gibi, içlerinde kadına sahip olmak arzusu ayaklandı. ve her ikisi de kadına “benim olmaz mısın?” diye çağrıştılar. kadınsa dönüp onlara şöyle dedi: “ait olduğum biri var; bana sahip olmak istiyorsanız, onu ortadan kaldırmanız gerekir.” ve iki melek o adamı bulup, çekinmeden katlettiler. ve ellerinde daha işledikleri cinayetin kanı kurumadan oracıkta azgın arzularını doyurup kalktılar. fakat arzularını susturur susturmaz da, iki yeryüzü meleği, yeryüzünde geçirdikleri daha bu ilk gecede işledikleri çifte günahın –cinayet ve zinanın- farkına varıp önceki kurumlanmalarının ne kadar anlamsız ve boş olduğunu gördüler…ve rab onlara şöyle dedi: “cezanızı bu dünyada mı çekmek istersiniz, ahirette mi?” acı bir pişmanlık içinde melekler, bu dünyada çekmek istediklerini söylediler ve rab, onların zincirlerle gökle yer arasında asılmalarını ve hüküm gününe kadar öyle ve asılı kalmalarını buyurdu. bu, alçakgönüllülüğünü kaybeden her erdemin yok olup gideceğini bilsinler diye insanlara da, meleklere de bir ders olacaktı. fakat hiçbir insan gözü melekleri göremeyeceği için, Allah ez-Zühre’yi göklerde parıldayan bir yıldız haline getirdi ki insanlar onu görsünler de harut’la ve marut’un başına gelenlerden ders alsınlar.” dedi ve bu süre sustu dedem...
Ardından anlatmaya devam etti: Tahir, aşk da unutulur her şey gibi. Hem de en güzel anların içinde... Ama neyse ki Zühre yıldızı varmış göğün üçüncü katında.. halen aşık olup olmadıklarını ve eğer aşıklarsa kime aşık olduklarını hatırlamayanlar, göğün üçüncü katına çıkıp, Zühre yıldızının elindeki aynaya bakarlarmış... baktıklarında gördükleri yüz, aşık oldukları kişinin yüzü olurmuş... derler ki, bazıları sadece zifiri karanlık görürmüş aynada... böylelerinin gönlündeki sır ortaya çıkarmış...
Demek Taşköprü de seher vakti gökyüzünde Zühre'nin sürekli yüzünü görmem bundandı. Ah dedem yüreğime öyle bir su serptin ki, bilemezsin...