Yaz geldiğinde ilkbaharın mis kokulu çiçekleri tepeleri süslemeye devam ederken ben de sanki Zühre az sonra gelecekmiş gibi altın otu toplamaya koyuldum. Zühre'nin aşkından mevsimleri görmez zamanı hissetmez ve ne yapacağımı bilemez olmuştum O kadar toplamışım ki nenemin aşotu toplamam için verdiği sepetin dolduğunu fark etmedim. Aşotu'nun enfes kokusu yalnız yemeklere yakışmıyordu bence... Aşotu'nun bir tepe de mola anında kokusunu hissetmek, taşların arasında büyümesini görmek de diğer güzellikleriydi... Eski Mısır papirüsleri, Çince ve Sanskritçe metinlerde sağlığa yararlı etkilerinden övgüyle söz edilen aşotu sadece ayran aşında değil, bir yaz sabahında, hafif yayla serinliği eşliğinde, kahvaltı sofrasındaki peynire eşlik edebilecek en güzel şey... Maalesef pek bilinmez bu ot. Ayrıca Arabistan'da her markette mevcut olan aşotu, orada yaşayan Hintlilerin çok fazla kullandığı bir bitki... Galiba görünüşü dikkat çekmeyen ama enfes kokusuyla köyde herkesin bildiği bu ot, köyümüze Allah'ın verdiği nice güzelliklerden sadece biriydi...
Aşotu'nu topladıktan sonra dönüş yolunda bir süre köyün dağlarını izledim. Güneş, tepeleri adeta fotoğraf gibi çeken son görüntüsünde tüm geçmişte yasadıklarım bir bir aklıma geldi... Küçük bir çocukken en çok merak ettiğim şu dağların ve şu harikulde tabiatın bir benzeri da var mıydı sorusuydu... Umursamaz vaşakların, inatçı çengel boynuzlu dağ keçilerin, uykusunda üveyiklerin, ötüşünde ur kekliklerin... gözü kara atmacaların, sevimli boz ayıların, ürkek sazlık tavuklarının... Daha sayamadığım o kadar çok tabiat dostum var ki...
Yazın bitimine çok var ama ben Zühre'yi bir daha nerede ve ne zaman göreceğimin sorusunu arıyordum bir süredir... Onu görmek için Yusufeli'ne mi gitsem yoksa yaylaların ruha dokunan türküsünü mu dinlesem... Bilmiyorum bilmiyorum ...
Akşama doğru eve gittiğimde bir misafirimiz olduğunu görmem uzun sürmedi. Divana dedem gibi oturan bu dayı da neyin nesiydi... Bu dayının siması hiç yabancı gelmedi zira dedeme benziyordu ve ben onu ilk kez görüyordum. Yoksa dedemin bilmediğim bir kardeşi miydi. Dedemin ona bakışını bir süre izledim. Sanki onu sevmediğini kendine kabul ettirmek istiyor gibi bir hali vardı. Söze dedem başladı :
-Neden geldiğini biliyorum Şahruk dedi ve devam etti "bir kaç yıl önce de gelmiştin. Yine olmaz demiştim. Bu sefer paran suyunu çekmiş anlaşılan "dedi ve tam hiddetlenecekken birden bire susuverdi. Dedem neden bahsediyordu. Ne olmazdı. Bu dayı dedemden ne istiyordu. Kafamda cevapsız bir sürü soru vardı. Nenem de olan bitenin sakinliğiyle suspus olmuş ve konuşmaları bir köşeden dinliyor ve neler olduğuna anlam vermek istiyordu...
Ben yarım saate yakın süren bu biten konuşmadan bir şey anlamadım. Anladığım bir şey varsa o da her şeyin geçmişi bir yığın sırlarla dolu olduğuydu. Kendisinden gizlediği sırları açığa çıkarmaya korkar olduğu sırları... Benim en büyük sırrım Zühre'ye olan bitmeyen sevdam olabilirdi. En azından şimdilik bu büyük sırrının esiri gibiydim...
Yatsı ezanından önce Şahruk dayı evden ayrıldı ve ertesi gün onu ne camide ne kahvede ne de dedemin evinde bir daha görmedik...
Dedem de , nenem ve benim tüm ısrarcı sorularımıza rağmen dilinden tek bir sözcük alamadık. Nuh diyor peygamber demiyordu dedem... O gece bir şeyi daha öğrendim; o da sırrın, geceleyin sadece sana görülen yıldızlar gibi olduğuydu... Belki herkes görüyor olabilir o yıldızları ama senin gördüğüm gibi kimse göremez, senin hissettiğim gibi kimse hissedemez, senin gördüğüm gibi kimse ümit edemez...
Şu anda saat gece 12 ye beş var ve içimden köprüye gitme istedi uyandı nedense... Belki de sırrıma gökyüzüne bakarak kendime açıklayıp bir iç huzuru bulmak düşüncesi..
Kimi zaman Zühre için Çoruh'a mektup atma isteğim oldu. Onun mektubumu okuma düşüncesi bile bana ne iyi geldi bir bilse... Bunu en kısa sürede yapacağım... Zaten defterim Zühre'nin sevdasıyla dolu. Şiirlerimin adı ona yazılı, mektuplarımın da hecelerinde bundan sonra o olacak.... O şiirlerimden birinde;
Kır atıma bineyim
Uzak yolları aşayım
Nazlı yare ulaşayım
Ucunda ölüm bile olsa
Kir atim yorulur
Yollar bitmez kıvrılır
Derdim var derinden
Fermanı yârim yazdırır
Yârin sevda odunu
Nasıl atarım içimden
Cellat vursa boynumu
Yine vazgeçmem senden
Belirirsen bir gün
Kır atımın terkesinde
Türküler ve düğünler
Kırk gün kırk gece
Bir ömür sürsün
Sevda dolu türküm
Çiçek gibi büyüsün
İlkbahardaki öyküm
...