Ertesi gün dedemle sabahın ilk saatlerinde atları hazırladık ve gün ağlamaya başlarken yaylaya doğru yola çıktık. Uzaklarda poşalar bir düzlüğün üstüne çadırlarını kurmuş vaziyette oraya yerleşmişlerdi. Dedem, bunlar Bayburt'tan gelmiş demişti ve ekledi: "Doğu Anadolu'nun göçebe Kızılderilileri gibi bir şeydir bunlar" dedi...
Yayla yolunda yer yer mor renkli acı yavşan otları göz alabildiğince uzanmıştı. Yayla evine varmadan yol üzerinde bir çeşme başında mola verdik ve nenemin hazırladığı cadılardan afiyetle bir güzel yedik. Buz gibi sudan içtik...Yaylaya yaklaşırken onun masalsı güzelliğinde türküsünün duyar gibi olduğumu kendimi bildim bileli yaşarım...Yol boyunca Zühre'nin gönlüme nakşettiğim mektubunu ezber yapan bir talebe edasıyla içimden tekrar ediyordum. En ilginci de söylediği her sözcüğe zamanla yeni anlamlar yüklüyordum...
Özellikle Karadeniz'de , yaz geldiğinde kaçınılmaz olay yaylacılık ... Yazın yayla evinde vakit geçirmek gibisi yoktu doğrusu....Maksat sadece hayvanları yaymak değildi, o temiz havada horonu kurup, mangalları yakıp, fırına mısır ekmeği atıp, güzel vakit geçirmektir. Yemyeşil görüntü, yaylaları bir deniz gibi kuşatmış ve dağların üzerine çöken sisin pamuksu beyazlığı gören gözlerde hayranlık uyandırıyordu... Bir kartal masmavi gökte süzülüyor ve güneşin süzülen ışığında sislere doğru yol alıyordu...Yayla rüzgarın serin estiği, rahatlatıcı dağ havası için birebir, köyümüzün sayfiye yeriydi bir bakıma. Zamanında bizim yaylada bir sürü meyve bahçesi vardı ve bütün gün meyve ağaçlarının tepesinden inilmezdi. Dalından meyve toplayıp yemekten daha zevkli bir iş var mıdır? Âmâ o da azalır oldu.
Yayla evine ulaşmamıza az bir yol vardı ki bir araba ve önlerinde iki jandarmanın beklemekte olduklarını gördük. Dedem attan bir hışımla indi ve atın yularını bana verdi "bekle beni evladım, birazdan geleceğim" dedi. Az sonra dedemle Jandarma çavuşunun ayak üstü sohbetini iyiden iyiye merak etmeye başladım. Yayla yolunda iki jandarma ve bir araç... Yoksa bir kaçak mi arıyorlardı. Aklıma bir kaç şey geldi ama bunun cevabı sanırım dedemin jandarmanın gelişinden sonra cevaplanacaktı...Neden sonra dedem geldi ve ne olduğunu sordum. Cevap vermedi... Az sonra artık yayla evindeydik... Çobana emanet ettiğimiz hayvanları bir süre izledik. Yaylanın tertemiz havasını içimize çektik. Ben yayla otlarını her gelişimde olduğu gibi incelemeye koyuldum. Dedem ise hayvanları inceledi ve nenemin istediği kurutulmuş mısırlardan bir kaç kucak heybeye doldurdu... Yayladan dönüş vakti yaklaştığında aklımdaki soru dedemin jandarma çavuşu ile ne kadar ciddi ne konuştuğuydu... Atları hazırladık ve uzun bir yolculuktan sonra köydeki eve ulaştık... Çok yorulmuştuk doğrusu.. Akşam yemeğinde dedem neneme jandarma ile ne konuştuğunu anlatmaya başladı:
"Jandarma çavuşu yayla yolunda türbe sanılan mekandan asırlık kitaplar çıktığını dile getirdi. Onun için köylülere bilgi verildiğini dile getirdi. Türbe zannedildiği için içine girilmeyen mekanda 18'i el yazması yaklaşık 400 yıllık olduğu düşünülen 442 kitap bulundu" dedi ve ekledi;
"Tarihi Kadıoğlu Camisi'nin kuzeyinde yer alan ve türbe olarak bilinen yapının içinde el yazması eserlerin olduğunu tespit ettik. "
Köye ziyarete gelen bir öğretmen durumu Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirmesi üzerine harekete geçen ekipler, jandarma gözetiminde girdikleri yerden aldıkları eserleri, Necip Paşa tarafından 1826 yılında yaptırılan ve tarihi eser niteliğindeki kitapların bulunduğu Necip Paşa Kütüphanesine taşıdı.
İncelemelerde bir kısmının yaklaşık 400 yıl öncesine ait olduğu Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, astronomi, felsefe, matematik ve tıp alanlarındaki kitaplar tespit edildi. Genç öğretmen açıklamada, söz konusu mekanın türbe zannedildiğini ancak kaynaklarda müderris odası olarak kullanıldığının görüldüğünü söyledi..
Yöre halkının bir kısmının orayı türbe olduğunu düşündüğü için içine girmediğini vurgulayan öğretmenin şöyle konuştuğunu işittiğini söyledi dedeme :
Bu yapı içinde Osmanlıca, Arapça ve Farsça yazılı maddi ve manevi bir değere sahip esere rastladık. Ben de durumu ilgililere ilettim. Sonra yürütülen titiz çalışmalar sonucu eserleri Necip Paşa Kütüphanesine getirdik. Yusufeli tarihi bir ilçe, bu eserlerin kaydına baktık herhangi bir kayıt bulunmadı. Bunların hepsi tarihi eser, 4 asırlık da var 2 asırlık da. 18 tanesi el yazması, diğerleri matbaa baskısı. Birçoğu ilahiyat alanında yani tefsir, hadis, fıkıh, kelam olsa da felsefe, astronomi, matematik ve tıp gibi ilimlere ait kitaplar da bulunmaktadır. Bu eserlerin kültürümüze hizmet edeceğini düşünüyoruz. Söz konusu eserler restorasyona alınacak ve Çoruh Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün çalışması ile korunacaktır dedi. Yayla yolunda jandarma çavuşu ile dedem aralarında demek böyle bir konuşma geçmişti demek ki...
Dedem bu eserlerin Rus ve Ermeni işgalinde önlem amacıyla türbeye konulduğunu yıllar önce dedesinden duyduğu bir olay ile bağlantı kurdu...
Bu eserleri yazanlardan, okuyanlardan, bu günlere getirmeye vesile olan herkesten Allah (C.C. )razı olsun...