Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
70 Dedem 1930u yılların başında bir gün çarşıda alışveriş - Sözümoki
15 Şubat 2020, Cumartesi 19:03 · 493 Okunma

70

Dedem 1930'u yılların başında bir gün çarşıda alışveriş yaparken gözüne bir güğüm ilişir. Bu güğümü almaya niyeti yoktur. Çünkü evde yetesiye güğüm vardır. Neneme kalsa bir tane daha alır da ama dedem öyle değildir. Görüntüsünden ikinci el olduğu anlaşılıyor ve pek te ümit vaat etmiyordu... Satıcı her nasılsa dedemi ikna etti:
-Bu güğümü Gürcü kapısında bir arkadaşım getirdi bana. Diğer güğümlere göre biraz ağırdır. Yapan usta herhalde uzun yıllar kullanılabilsin diye böyle dayanıklı yapmış olsa gerek... "Satıcı dedeme bakarak elinde tutuğu güğümle sözlerine şöyle devam etti :
- Dayı bu güğümü aldığın için bana çok dua edeceksin. Bu güğümü sakalar da kullanmış. Rusları def eylediğimizde şuncağız da yaralı Türk neferlerine nicedir içinde su ile yardımda bulundu dedi... Güğümün iki yanında ve kapağının altında Osmanlıca şunlar yazılıydı:

"Aldanma dünya malına meyletme,
Gelip geçer rüya sanılan hayatın.
Nice bedenler var toprak altında,
Vardır hikmeti zamanı gelince...
Tacı tahtı var diye sevinme,
Veren de Allah Alan da Allah...
Nice iklime hakim zannedilen fani,
Kursağını harama açan serkeş vezir,
Adaletsiz bir karar veren kadı...
Hesap günü hüküm günüdür.
Çekidüzen ver sayılı günlerine,
Allah (C.C.)yolunda dosdoğru ilerle,
Peygamberimizi (SAV)örnek al,
Sayılı günleri ziyan etme... "

Güğümün üzerindeki yazıyı bir de dedem göz ucuyla okudu ve nihayetinde almaya karar verdi... Bu güğüm dedemin gözünde ata yadigarıydı. Dedem evde vakit namazlarını kıldığında hep bu güğümle abdest alır ve namazını kılardı. Nenem ise önceleri bu hantal güğüme pek ısınamamış ama sonraları o da abdest alırken kullanmaya başlamıştı... Güğüm  evin içinde durduğu günler dedem ona uzun uzun bakar ve derin düşüncelere dolardı...Kim bilir belki de  üzerindeki yazıyı düşünüyor ya da kurtuluş savaşı gazisinin anıları gibi onu dinlemek yeniden dinlemek istiyordu...Konuşması mümkün değildi güğümün  lakin şu  üzerinde yazılan yazı insanın içine işleyen bir ok gibiydi... İnsanı kendine getiriyordu...Önem verdiğimiz ama aslında  şu mana yoksunu bir yer için düşünüp duruyorduk.

Dünya savaşı bitmişti bitmesine ama bizim sınırlarımız da yeni bir savaş tehlikesi doğuyordu...Türk düşmanı SSCB lideri Joseph Stalin bizden Kars Ardahan, Artvin'i istiyor ve ayrıca boğazlardan da üs istiyordu... Milli Şef İsmet İnönü bu talepleri sert şekilde reddetmekle kalmadı olası bir saldırı durumuna karşı Türk tanklarını ihtiyat amacıyla Kars sınırına yığdı... Belki de bu güğümü kaderi yine bir seferberlik ve ardından savaş vardı. Dedemi bilmiyorum ama ben bu haberden sonra köyün diğer gençleri gibi muhtemelen asker alınacaktım. Vatan için her şeyi yapmaya hazırdım...Ama beklediğimiz haber bir türlü gelmedi. Ben askere alınmadım.
Radyolardan duyduğumuz kadarıyla Avrupa baştan sona yakıp yıkılmış ve milyonlarca insan olmuş ve yüzbinlerce dramla kalakalmıştı. Kahvedeki zaman zaman cızırdayan radyodan bunları öğreniyor ve kendi aramızda sohbet ediyorduk...
Bir gün çeşmeden güğümle su getirmek için yola koyuldum. Dönüş yolunda  bir anlık gafletten midir bilmiyorum evin önüne son adımımı atıyordum ki aniden yere düşüverdim... Güğümdeki su kuru toprağı çamura buladı. Kafamı da hafiften taşa vurmuştum... İşte tam o an güğümün altında küçük bir bölmeyi anımsatan yerden ıslanan toprağa altınlar düşmeye başladı. Önce bunun bir rüya olduğunu düşündüm. Ama elime aldığım altının gerçek olduğunu görünce çok şaşırdım. Bir de not vardı...Kaç altın vardı bilmiyorum ama çoktu. Güğümü altınları ve bir de notu eve götürdüm ve dedemin gelmesini bekledim...
Notta şu yazıyordu:" Ben vatanın kurtuluşu için cephedeyim. Bu altınlar eğer her kim bulursa o vakit ben Allah bilir ölürüm. Çocuklarıma ulaştırsın. Bu önemli görevi yapacak ümmeti muslinin muhakkik vardır... " Dedem eve gelince nenenle  beraber altınlar baktı bir süre... Elini dahi sürmedi onlara ... Notu eline aldı okudu. Düşündü... Acaba Muhlis dede kimdir? Onu nereden bulacağız onun bir oğlu varmış bizim köydeymiş. Doğum tarihine baktı ve "Demek ki benim yaşlarda 1886 yılında doğmuş..." Oğlunun adı Mehmet Sefer... Kimin ailesinden olduğu yazmıyor. Sefer Mehmet dayı mi? Bu dayı geçen aylarda evi yanan dayı değil miydi? Hani çakımı ararken beni görmüştü de "burada ne işin  var" demişti... Dedeme" ben bu dayıyı tanıyorum "dedim. Dedem ise "benim tanımadığım birini sen nasıl  tanıyabilirsin oğlum" dedi... "Dede dedim bu dayı geçen de evi yanan dayıdan başkası değil. Hani beni onların kapı  eşiğinde görmüştün de biraz kızmıştın belli etmeden bana. İşte bu dayı şimdilik o akrabasının evinde kalıyor" dedim... "Oğlum "dedi dedem... "Sen var gir o eve haber ver yârin akşama dedem ve nenem  gelecek de "dedi. "Tamam dede" dedim. Ertesi gün öğlene doğru Zühre'nin dedesinin evine uçar gibi gitmeye başladım...Taşköprü'den geçtim. Kıvrılan yolu astım. Nihayet Zühre'nin dedesinin evine ulaştım. Kapıyı tıklattım. Az sonra kapıyı Zühre açtı...Yüzüne düşen güneşi eliyle kapatırken sevinci etrafa yayılıyor gibiydi... "Hoş geldin Tahir!" dedi. Gülümsemesini bir süre daha sürdürdü... "Hoş bulduk Zühre..
Dedemle nenem akşam size oturmaya gelecek dedene haber verir misin?" Zühre ne diyeceğini bilmeden bir süre öylece kalakaldı...
"Tamam "dedi ve bir süre  sonra sonra gıcırdayan kapıyı kapatmaya yakın  el salladı bana. Sonrasında kapı kapandığında ben dönüş yoluna başlamıştım...
Akşam olunca dedem nenem ve ben Zühre'nin dedesinin evine doğru yürümeye başladık...Köprüye geldiğimize dedem ve nenem bir aralık soluklanmak için duruverdiler. Ecdat yadigarı köprü ye muhakkak ki dua ettiler... Yürümeye devam ettik... Elimde tuttuğum gaz lambası yer yer sallanıyor ve gölge dedemle nenemin gölgesine düşüyordu... Nihayet Zühre'nin dedesinin evine ulaştık... Elimde gaz lambası ile kapıya bir kaç kez vurdum... Neden sonra ev sahibesi olan teyze kapıyı açtı... Az ötede dedem ve nenemi görünce :
-Buyurun  hoş geldiniz" dedi. Dedem de "Selam un Aleykum Hayırlı aksamlar" dedi. Zühre'nin dedesi de "Ve aleykum selam hoş geldiniz sefa geldiniz "dedi.
Dedem, nenem ve ben evden  içeri girdik ve divana buyur ettiler...
Dedem hoşbeşin ardından mevzuyu anlatmaya başladı...
Vakti zamanın da Yusufeli'nden bir güğüm almıştım. Bu güğüm diğerlerine göre biraz ağırdı ve üzerinde  hikmetini sözler vardı. Uzun yıllar bu güğümü kullandık. Ta ki gerçek sahibini bilmeden... Son sözlerle herkes dedeme dikkat kesilmiş ve sözlerini devamını merakla bekliyordu. O anda Zühre,  elinde çay tepsisi ile mutfaktan çıkageldi... Üzerinde gül desenli elbisesi ile zarif adımlarla bizlerin yanına geldi . Elindeki çay tepsisini herkese tek tek uzattı. Zühre sıra benim çayımı ikramda geldiği vakit dedem :
"Bu Tahir benim torunum" Zühre'nin dedesi" bilirim onu yaman bir delikanlıdır" dedi. Dedemin sözünü keser gibi yaparak. " Geçenlerde güğümle su getirirken evin öngününe geldiği vakit  düşüvermiş bizimkisi." İşte onda güğümü altındaki saklı gözeden şunlar seçilmiş yere dedi. Yanında getirdiği güğümü gösterdi ve  ceketinin cebinden çıkardığı keseyi Zühre'nin dedesine uzattı... Meraklı gözlerle keseyi açtıklarında gözlerine inanamadılar çil çil yüze yakın altın vardı burada... Dedem sözlerini şöyle sürdürdü:
" Bir de not varmış orada." Onu da uzattı dedem Zühre'nin dedesine... Bir süre okudu onu ve ardından gözaşılarını tutamadı. Öz babası tarafından ona yazılmış bir mektuptu. Ve dedeme  "Allah razı olsun "dedi... Bu babamın Kurtuluş savaşı öncesinde bizleri düşünerek biriktirdiği parasıydı.
Bizim ev geçenlerde yanmıştı. Bu yaşlı halimizle ne yapacağımızı kara kara düşünüyorduk. Allah sizleri gönderdi... O an Zühre'nin gülümseyişi gördüm ya o mutluluk dünyalara bedeldi. Onu ilk kez mutluluktan ağladığını görüyordum. Gözyaşları güzel gözlerinden
pembeleşen  yanaklarına akıp halıya damlıyordu...Bu manzara karşısında  evdeki hemen herkes duygulanmış ve ağlıyorlardı... Bir güğüm ile belki de birkaç insanın hayatı değişmişti... Dedeme neneme ve bana çokça hayır duası etiler... Bir saat olmuştu ki dedem müsaade istedi. Ve diğerleri de bizleri kapıya kadar uğurladılar... Zühre bana gizliden el salladığını karaltıda hafifçe hareket eden elinden anladım... Bir eve mutluluk bırakırken  kendi evimize Zühre'den ayrılmanın burukluğu ile dönüyorduk... Kulağımda Zühre' nin eksiltili sözleri, gül bahçesinin düşlerinin ortasında bulunan beyaz bir gülün yanında kavuşuyorduk. Beyaz gül Zühre'nin güzelliğini kıskanır gibi kızarıyor ve aniden dolunay tüm güllerin üzerine bir aydınlık vererek karanlık geceyi beyaza boyuyordu... Iki yıldız başucumuzda bizi izliyor gibi yakınımızda duruyor ve titriyormuş
gibi yaparak konuşmamızı dinliyordu...
Eve vardığımızda çok mutluyduk. Şu eşikte düşmeseydim belki de tüm bunlar yaşanmayacaktı. Her işte bir hayır var muhakkak ki...
...


O dönemlerde çıkan bir sinema afişi

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Bir hatipte mutlaka olması gereken özellik sence nedir?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.