75
"Siz, demokrasiye ulaşmanın
gerçek yolunu bulmuşsunuz.
Bu Enstitüler dengeli ve
uyumlu bir toplum tipinin
garantisidir. Enstitülerinizde
ülkenin kendi bünyesinden,
öz kaynağınızdan fışkırma
güçlü, sağlıklı bir gençlik buldum."
Jeanette Rankin
Bir hafta sonra Kars'a yola çıkmak için hazırlıklara başladım... Hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Zaman zaman tozak kar yağmaktaydı. Dağlar çoktan gelindiğini giymiş ve rengârenk doğa ve dağlar bembeyaza bürünmüştü...
Taşköprü'yü aceleci adımlarla geçen köylüler bir yere yetişiyormuş izlenimi veriyordu...Bu havada yola çıkmak hiç ama hiç akıl karı değildi... Kahvede yanan sobanın kara dumanı vadiyi doğru yer yer dağılıyor ve tren bacasından çıkan dumanı andırıyordu... Çoruh, kışı iyiden ile yaşıyor gibi sesiz sessiz akıyor kısık sesli bir hikâye anlatıcı gibi vadiye fısıldıyordu tüm gizemini...
Zühre ile Taşköprü de karşılaşmak ümidiyle yürümeye başladım...Zaman zaman soğuk hava, tipinin etkisiyle ıslık çalar gibi esmeye başlıyor ve bu tüm bedenimde bir titreme oluşturuyordu. Eve dönmeye karar verdim. Eve iki sokak vardı ki Zühre birden bire karşıma çıktı... Üşüyen yanakları kırmızı pembe tonu ve gülen gözleri esen rüzgarla iyice kısılmıştı...
"Bir hafta sonra yola çıkıyorum Zühre" dedim...Birden üşüyen gözlerinin nemlendiğini gördüm...Bu sözlerimin Zühre'yi ağlamaklı bir hale sürükleyeceğini hiç düşünmemiştim... Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi titrediğinde, o vakit bunu al diyerek elime bir mendil tutuşturdu... "Allaha emanet ol. Beni unutma" dedi ve hıçkırarak arkasını dönüp hızlı hızlı yürümeye başladı... Bütün sözleri yalnızca bu kadardı... Ben ise mendili alıp itinayla katlayarak cebine koydum. Bu Zühre'nin bana olan aşkının bir cevabından başka bir şey değildi... Ben olduğum yerde öylece kalakaldım.. Bir ara basımı gökyüzüne çevirdim ve yüzüme düşen kar tanelerinin beni alıp uçsuz bucaksız bir yere bırakmasını diledim... O sırada cebimdeki mendilin varlığı beni daha da yaraladı...Ayrılık bu sevda türküsünün en hazin tarafı olmalıydı...
Kars'a yolculuk sırasında benimle birlikte Mahmut, Ziver, Harun ve Mahmut Alimoğlu da bulunacak ve hepimiz Cılavuz'a kaydımızı yaptıracaktık... Planımız buydu. Vakit tamam oldu ve gitme vaktimiz geldiğinde dedemin tembihleri ve nenemin hayır duasıyla Kars'a yolculuğa başladık. Saat 06.30' u gösteriyor gün yeni ağarıyordu...Yol azığımız bize birkaç gün boyunca yetecek düzeydeydi... Montumun iç cebimde nüfus hüviyet cüzdanı ve bir de herkeslerken gizlediğim Zühre'nin kırmızı çiçekli mendili vardı. Yolculuğa biri rehber olmak üzere altı atla başladık. Tortum gölünün mercan rengi yağan ben beyaz karları boylu boyunca selamlıyordu. Havada ayaz hüküm sürmekteydi. Çetin bir yolculuktan sonra Uzundere'de mola verdik. Molanın akabinde Erzurum'a doğru yolculuğumuz tüm hızıyla sürmeye başladı... 12.30 Kars trenine muhakkak yetişmeliydik. Neyse ki rehber Nurullah dayı bizi hızlı şekilde yol aldırıyor ve mesafe süratle kapanıyordu...Erzurum'a vardığımızda yorgunluk ve açlığımızı unutmuştuk. Zira Kars treninin hareketine 10 dakikadan az bir süre vardı. Nurullah dayıyla vedalaştık ve trenin acı düdüğünün etrafı inleten sesiyle kendimizi kompartımanda bulduk. Sessizlik Ziver' in araya girmesiyle bozuldu ve "hele açın şu azığı da bir lokma ekmek yiyelim" dedi... O sırada bilet görevlisi nerede gittiğimizi sorduğunda Kars CKılavuz Köy Enstitüsü'ne diye cevap verdik. "Ha Susuz da ineceksiniz o zaman. Sizden önce de buraya çok kişi girmişti" dedi görevli ve devam etti. "Okuyun okumak çok iyidir. Ama okumak komünist yapacaksa bu boşadır be evlat "dedi ve bir hışımla koridora yöneldi... Ziver, Harun, Mehmet Pırpır ve Mahmut ile ben bir süre birbirimize baktık. Bu biraz da şaşkınlık doluydu. Komünist kelimesini hayatımızda ilk kez o zaman duyduk. Bizim tek amacımız iyi bir tahsil sonunda vatanına milletine iyi hizmet eden cesur fedakar ve öğrencisine değer veren birer öğretmen olmak ve köyüne ateş böceğinin yaydığı ışık gibi aydınlatmaktı. Sepetimden nenemin yaptığı ketelerden çıkardım ve ve diğer arkadaşlarımla beraber yemeye başladım..Trenin soğuk demirleri ellerimizi üşütünce ellerimizi cebimize sakladık. Tren kimi zaman beyaz tepelere göz kırpar gibi geçiyor kimi zaman ise karanlık tünelleri girip gündüzü adeta geceye dönüştürüyordu. Dallarında bir yığın karları taşıyın kavaklar sıra sıra dizilen bir öğrenci gibi bize bakıyorlardı... İnek sürüleri, koyunların kirli postları beyaz karların büyülü düşlerinin ortasında bir masalı andırıyordu.... Harun ve Ziver'in yorgun bedenleri trenin beşik gibi sallamasından midir bilmiyorum uykuya daldılar.... Gökyüzünde güneş yalancı ışığını arada bir gösteriyor ve hemen ardından beyaz bir bulutun arkasına geziniveriyordu. Ne kadar zamandır yoldayız bilmiyorum ama içimden bir his yaklaştığımızı haber veriyordu... Derken trene ilk bindiğimiz bilet görevlisine nazaran daha güleç yüzlü ve bıyıklı kompartıman görevlisi:
"Susuza' a varmak üzereyiz hazırlanın gençler dedi ve şu tepenin ardı Susuzdur" diyerek yavaşça aramızdan ayrıldı...Az sonra trenden indik ve etrafta tek bir ağacın olmadığı ama güzel binaların bulunduğu bu karla kaplı yere yürümeye başladık... Ziver'le ben önde yürüyorum. Gerimizde ise Mahmut, Harun, Mahmut Pırpır bulunuyordu. Enstitü binası epeyce yaklaştık ve kulağınız o zamana kadar hiç duymadığım ama inanılmaz ezgiler geliyordu... Şarkıyı tüm sınıf söylüyor havası oluştu nedense ben de...
Enstitü kapısına vardık ve içeri girecektik ki öğretmen olduğu anlaşılan bir kişi tüm sesiyle bağırıyor koridoru sesinin yankısı kaplıyor ve o ana kadar olan gürültü aniden kesiliveriyordu... Enstitüye başladığımızda bu kişinin Enstitü Muavini Şemsettin Hoca olduğunu öğrenme talihsizliğine erecektik... Neden böyle dediğimi ben de bilmiyorum ama bu kişi de bir eğitimcide olmaması geren kara bir hava bulunmaktaydı...
Bizi görünce sanki az önce bağıran kendisi değilmiş gibi birden bire yumuşayıverdi... "Hoş geldiniz çocuklar" dedi. Ne yalan söyleyeyim Şemsettin hoca kaydımızla ilgili hiçbir zorluk çıkarmadı ve sonunda Müdür muavini enstitüye kaydımızı yaptı...
Dönüş için trenin gelmesini beleyeduralım Harun ile Mahmut pek sevinmemişe benzer bir halleri vardı. "Oğlum keşke Beşikdüzü' ne gitseydik. Burasına pek içim sinmedi "dedi ve ben de" emrin olur muallim efendi hay hay" dediğimde diğerleri ile birlikte gülüşmelere neden oldu...
Ben ise trenin gelmesini buradan ayrılmak için değil de Zühre'ye duyduğum derin sevdadan ve onu özlediğim için bekliyordum.... Havanın karla karışık yağmura dönecek bir hali var gibiydi...
Cılavuz'daki Enstitüye bizimle beraber kayıt yaptıran öğrenciler...