92
“Düşünce hayatımızın yeni kaynakları Köy Enstitüleri Dergisi’nde enstitü öğrencilerin toprağa basan yazılarını okuyunca, hiç şaşırmadım. Bu yazılar kentli okumuşlardan gelemez. Üniversite yıllarımda Çehov’un Vişne Bahçesi’ni seyrettim. Ama onun özüne, bir enstitü öğrencisinin yazısını okuyunca vardım...
Ceyhun Atuf Kansu
“Yakın şarkın karıştığı, değiştiği hakkındaki hisler, Türkiye'de birer kanaat haline geliyor. Çünkü bir vakitler Osmanlı İmparatorluğu'nun yayıldığı bu vasi sahada Türkiye Cumhuriyeti, bir nesillik bir zaman içinde, bugün olan bitenler için kabule değer bir numune yaratmıştır. Rusya hudutlarına, Çin'e, Hindistan'a kadar görülen her şey, Türkiye'nin bugün bir Amerikan kafasına şu veya bu şekilde işlediği fikirleri kuvvetle teyit ediyor. Türkiye genç bir cumhuriyettir. Cumhuriyetin 19’uncu yıldönümünü daha geçen sonbaharda kutlandı. Türkiye, Avrupa komşularının bir kısmından daha zayıftır. Ben oradayken konuştuğum her Türk, memleketinin bir gün hücuma uğrayabileceği ihtimalini bütün çıplaklığıyla müdrikti. Nihayet Türkiye bugün eskisinden çok küçüktür. Bir vakitler etrafa yayılan İmparatorluktan bugün temiz, müttehit bir millet doğmuştur. Genç, nispeten zayıf ve küçük olmasına rağmen Türkiye'yi iyi buldum. Türkiye'yi iyi buldum; çünkü tarafsızlığını korumak için Türkiye, elindeki bütün kuvvetleri kullanmağa açıkça azmetmişti. Türkiye'yi iyi buldum; çünkü Türkiye yüzünü modern dünya tarafına döndürmüş, yorulmadan, süratle, binasını yapıyor, kuruyordu. Türkiye'yi iyi buldum; çünkü Türkiye'de üniformalı olsun, üniformasız olsun, uğurunda çarpışmağa değer bir istikballeri olduğu dürüst ve sert yüzlerinde okunan İnsanlar gördüm. Nihayet Türkiye'yi iyi buldum; çünkü bana öyle geldi ki, Türkiye'de benliğini bulmuş bir millet vardır. Bu da, sıhhat, tahsil, hürriyet ve Demokrasi fikirlerinin arttırılması düşüncesinin dünyanın en eski köşelerinde olduğu gibi en yeni köşelerinde de varit olduğuna işaretti. Ankara dünyanın büyük merkezlerinden biri değildir. Bu modern şehrin bir tepe üzerinde kalmış eski bir kısmı vardır ki, sanki Türklere ne kadar ilerlediklerini göstermek maksadıyla orada bırakılmıştır. Genç Cumhuriyetin Atası, Atatürk'ün üzerine evini kurduğu diğer bir tepeden, aşağı doğru yürürseniz, ağaçlarla gölgelenmiş geniş kaldırımlı bir sokak sizi şehrin merkezine getirir. Sokaklar otomobille doludur. İnsanlar iyi giyinmiş ve meşguldür, binalar yeni ve göz alıcıdır. Bir gün otomobille, Ankara dışına çıkarak altmış kilometre kadar şarka gittim. Şehrin sınırları dışında kendinizi kadim Anadolu'da buluyorsunuz. Arazide, Atatürk'ün. Osmanlıların an’anevi payitahtıyla İstanbul'a ne için arakasını dönüp, merkez şehrini Anadolu'nun ortasında kurduğunu anlatmağa yarayan sert ve kuvvetli bir çehre görülüyor.
Wendell Willkie -Tek Bir Dünya(1944)
“Köy Enstitüleri'nin çağdaş Türk kültürünün gelişimine etkisini Türk okuyuculara bizim anlatmamıza hiç gerek yoktur. Dil, yayın, toplumsal eleştiri, sanat ve yazın alanlarında Enstitülerin etkisi herkesin görebileceği duruma gelmiştir. Dil ve edebiyat yolu ile Enstitülü yazarların halk biçemini ve sözcüklerini yazıya geçirmeleri eskiden Gökalp'in düşündüğü ya da Dil Kurumu'nun gerçekleştirmeye çalıştığı dil ve edebiyat devriminden daha kökten yenilik olanakları için umut vermektedir. Burada şu nokta üzerinde durmak isteriz: Makal, Baykurt gibi okuyucu kitlelerinin çok iyi tanıdığı yazarlar ne rastlantı ürünleridir, ne de Enstitülerin kültür alanındaki yaratıcılığı kendini yalnızca edebiyat alanında göstermiştir. Köy Enstitüleri'nin öğrencilerini yüksek bir kültür düzeyi ile karşılaştırması ve onları o düzeye çıkarması sonucu, çok sayıda yaratıcı yazarın ortaya çıkması kaçınılmazdı. Klasiklerin çevirilerini, Enstitüde olsunlar ya da olmasınlar, ortalama Köy Enstitüsü öğrencilerinin okumaları, yoğun bir şekilde tartışmaları, güçlü bir okuma ve nitelikli kitaplar arama alışkanlığını yerleştirmiştir. Enstitülerde yaratıcı edebiyata çok önem verilmesi ve öğrencilerin özendirilmesi, onları güçlü bir edebiyat anlayışı ve eleştirisi düzeyine çıkarmış, yetenekli yazarların gelişmelerinin temelini oluşturmuştur”
Fay Kirby- Türkiye’de Köy Enstitüleri
Zühre'nin köyde bulunuşu bile onu çok ama çok uzaklardan yolunu gözleyen biri olan benim için yegane mutluluk kaynağıydı...Onunla aynı atmosferi soluyor olmanın verdiği mutluluğun sanırım tarifi yoktu...
Çoruh un kıyısında bulunan bir iki kişi yüksek sesle konuşuyor iki gecedir bu vakitlerde... Matiz bir havada oldukları seslerine yansıyor... Kimi zaman da türkü söyleyişlerine yansıyordu.
Yatsı ezan okunmasına az bir vakit vardı ve ben de camiye doğru tüm ahali gibi yürümeye başladım... Ezan okunduğu sırada Çoruh'un kıyısında az önce nara atar gibi konuşan iki kişinin bulunduğu yerde yangın çıktı... Herkes telaşla ellerinde bulunan kap kacak ve kovalarla yangına müdahalede bulundu... Yangın söndürüldü lakin bu iki kişi köy Enstitüleri için son derece çirkin söyler söylemeye başladılar... Muhtar ve aza Selahattin dayı onların bu çirkinliğini sanki görmezden gelir gibi olayı ağırdan aldılar ve durumu yatıştırmaya başladılar...Muhtarın sözlerinden sonra yangını çıkaran iki kişiden sessiz olanı Osman Turan'ın şu sözlerini söyledi :
“Ahenkli Türk köyünde beceriksiz kalemlerle zoraki bir sınıf mücadelesi açmağa, ezen muhtar ve ezilen köylüden ibaret sınıflar yaratmaya uğraştılar, sağlam Türk köylüsünün millî, dinî ve ahlak nizamını yıkmayı düşündüler.”
Bu adamın boğuk boğuk söylediklerinin bizim gözümüzde bir değeri yoktu. Ziver ve Mahmut'un da yüzleri karanlıkta belli belirsiz seçiliyordu...Köydeki bazı kişiler önceleri enstitülerle ilgili olumlu görüşte hemfikir iken, Nazenin düğünündeki gizli propaganda ve Gani Ağa'nın sinsi faaliyetleri bir kaç yılda etkisi göstermeye başlamıştı... Yoksa Selçuklu tarihi alanında zirve olan ve milliyetçi Osman Turan'ın bu sözlerini Yusufeli'nin dağlarında ve Çoruh'un sesinde duyulmazdı bu sözler...
Zühre'nin arkadaşları da yaz tatilindeki arada ona sırtını dönmüşlerdi...Bir akşam Taşköprü'de yürüyüş yapıp yıldızlı bir Anadolu gecesinde bir türkü işitmiştim... Türkü meğerse Zühre'nin büyülü sesinde hayat buluyordu. Türkünün adı "Bir ay doğar ilk akşamdan geceden... " adını taşıyordu... Zühre'nin büyülü sesi Çoruh'un hırçın sesiyle gönlüme nakış gibi yer etti... Türkünün son nakaratında bir ara bir kaç el silah sesi duyuldu...Zühre'nin türküsü silah sesiyle bıçak kesiği gibi birden bire kesiliverdi...Türküyü Çoruh'un sesi kendi içinde devam ettirdi...
Zühre ile geçen buluşmamızda bana Hereke'de dokuma fabrikasına gittiğini ve orada son teknoloji aletlerle iplik ve kumaş üretildiğini söylemişti hatta bir de arkadaşlarıyla bir fotoğraf çekilmiş ve gururla bana göstermişti...
Bunları anlatırken gözlerinin içindeki gülüşü ilk gün gördüğüm muhteşem yüzündeki ile aynıydı.. Onu böyle mutlu görmek beni de çok ama çok mutlu ediyordu...