95
Cephelerde Felâh-ı İstiklâl Ordusu Yunanla mücadele ederken, Ankara’da muallimler ordusu cehle karşı müdafaa programını hazırlıyor. Harp ve Maarif cephelerinin ikisinde de faaliyet var. Vatandan millî ordu düşmanı ve muallim ordusu da cehalet ve zulmeti kovacak. İki himmetin aynı zamanda tahlisi ulvi bir tesadüftür. Cuma gecesi Erkân-ı Harbiye’de gün ışıyana kadar harbi takip eden hükümet reisi, dört saat sonra dârü’l-muallimîn salonunda Muallimler Kongresi’ni açtı. Türk neslinin mürebbilerine irfan mücadelesinde gidecekleri yolu işaret etti. 17 Temmuz 1921’deki “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde çıkan “İki Cephe” başlıklı yazıda muallimler kongresi haberi
"Bu ülkenin her köyünde bir başbakan oturduğunu düşünerek söz söylemeliyiz.” ismet İnönü
“Bugün köylümüzün bize görünen manzarası, şimdiye değin köy aydınlarının o köylüden daha geri olmasından kaynaklanmıştır.” Hasan Ali Yücel
Yaz günlerinin huzur veren saatlerinde Taşköprü'den bazı anlarda bir ceylan su içmek için çeşme başına gelir ve bir süre etrafı ürkek ürkek izler hemen ardından ise kürün den su içerdi. Onlar gidince bu sefer çengel boynuzlu dağ keçileri bir rüyadan çıkarmış gibi şırıl şırıl akan suyun başına geliverirdi...Ayak seslerini işiten keçilerin ürkmesiyle gözden uzaklaşıp ormana doğru kaçışırlardı...Ateş böcekleri gece mesaisine erken başlamış olacaklar ki lacivert gökyüzündeki yıldızların titrekliğiyle yarışmaktaydılar... Zümre'nin enstitüye gidisinden ardından ona olan sevgim daha da artmıştı... Ona olan sevdamı çoğu kez kağıda döktüm ama belki de bir o kadarını ise içimde yaşıyordum... Zühre ise hiç solmayan bahar çiçekleri gibiydi gözümde... Gülüşü ile dünyam kandil çiçekleri gibi aydınlanırdı...
“Göğe yakın topraklar” diye tabir edilir bizim yöremiz... Artvin ve ilçeleri arazileri, yüksek dağlarla kaplı olup derin vadilerle yarılmıştır. Yaşam merkezlerinin tamamı ise uçurumlu yamaçlara kurulmuştur. Buna rağmen doğal güzelliği ve stratejik özelliğinden dolayı bölge, özelliğini muhafaza ettiğinden dolayı insanlar, doğa koşullarının zorluğuna ve acımasızlığına rağmen buralarda ikamet etmekten vazgeçmemişler, vazgeçmek gibi bir niyetleri de görülmemektedir. Bu ifadeleri enstitüdeki kitapları karıştırırken okumuştum...Artvin ilinin ilçelerinden Arhavi, Hopa ve Kemalpaşa’da oturanlar önlerinde Karadeniz, arkalarında denizin maviliğiyle bütünleşmiş sürekli yeşil duran çay bahçelerini, ormanlarla kaplı yamaçları ve tepeleri görürler. Hopa, Borçka arasında ise dünyanın flora bakımından en çeşitli ağaç ve bitki topluluğu ile oluşturduğu harika güzellik, tüm insanları buraya çekmeye bedeldir. Artvin il yıllığında ise denizden 180 metre yüksekliğe kurulan Artvin ili ve 550 metrede Yusufeli, 750 metrede Ardanuç, 1050 metrede kurulmuş Şavşat ile vadi içlerindeki kasabalar ve köyler, yetiştirdikleri organik sebze, meyve yönünden ilk sırada olduğu dile getirilir. Denizden 360 metre yüksekliğindeki Murgul ise, Osmanlı’dan gelen ünlü bakır madeni yataklarının sahibidir. Birbirlerini artı ve eksi yönleriyle tamamlayan bu şehirler, Batum ile birlikte “Elviye-i Selase” olarak adlandırılmaktadırlar. Osmanlı döneminde, Kafkasya’nın Türklere ait bu dört şehri, gerek fiziki durumları gerekse yer altı, yer üstü zenginlikleri bakımından sürekli bir Rus yayılmacılığı tehdidine maruz kalmış ise de, Osmanlı en zayıf döneminde bile, buralara önem vermekten ve yatırım yapmaktan geri durmamıştır. Zaten yöre halkı da sıkça yerel idarecilerine başvurarak ürettikleri mallarının yolsuzluk nedeniyle telef olduğunu belirtmekte ayrıca bölgede görülen aşırı yağış ve dağlardan boşalan korkunç seller, özellikle karların eridiği zamana rastlayan dönemlerde var olan iskeleleri, tahta köprüleri, menfezleri yıkmakta, karayollarını darmadağın etmekte ve geçitlerin aşılmasını imkânsız kılmaktaydı. Osmanlı, önce yıkılan veya yıkılması muhtemel bu köprüleri tamir ettirerek karayolu yapımını başlatmıştır. Akabinde taş veya ahşap bütün köprülerin yerine taştan yapılmış altı yedi gözlü sağlam köprüler yapılarak tüm inşaatları tamamlandı. Ardından, Batum’dan başlayarak Hopa, Artvin üzerinden Kars ve Erzurum’a gidecek olan karayolunun yapım iznini Sultan Abdülaziz Han, 17 Zilhicce 1285 (31 Mart 1869)’te onayladı.
Yol yapımı ile ilgili gerekli kararın alınmasından sonra Trabzon Vilayeti yol yapım işlerinde çalışarak engin bir tecrübe kazanmış olan Karayolu İnşaat Mühendisi Seremoni Bey ile kondüktör ve pik ör makinelerinin kullanıcıları olan Liro ve Amor isimlerindeki kişiler görevlendirilmiş, maaş ve harcırahları da Maliye Nezareti (Bakanlığı)’nce tahsis edilmiştir. Bölgeye gelen yol İnşaat Mühendisi Seremoni ve ekibi alt yapı çalışmalarını tamamladıktan sonra hazırladıkları raporlar doğrultusunda, Batum-Kapandibi Karayolu’nun yapımına başladılar. Arabaların gelip gidebileceği şekilde planlanan yol yapımında, bazı yerlere taş duvarlar örülerek, bazı yerler düzlenerek ve çukur olan yerler de doldurularak hızla ilerlenmiştir.
Artvin Çayağzı Mahallesi’nde bulunan Kale önüne inşa edilen taş köprüyle yol, nehrin akış yönünün sol tarafına geçirilmiştir. Sinkot (Seyitler)’tan Ardanuç ve Yusufeli taraflarına Livane adı verildiğinden karayolu yapımının en zorlu kısımları da buraları olmuştur. Çünkü yüksek dağlar ve aşılması zor, sarp kayalar büyük engel teşkil etmiştir. Artvin Çayağzı Mahallesi’nde bulunan Kale önüne inşa edilen taş köprüyle yol, nehrin akış yönünün sol tarafına geçirilmiştir. Sinkot (Seyitler)’tan Ardanuç ve Yusufeli taraflarına Livane adı verildiğinden karayolu yapımının en zorlu kısımları da buraları olmuştur. Çünkü yüksek dağlar ve aşılması zor, sarp kayalar büyük engel teşkil etmiştir.
Acıdır ki, Rus askeri harekâtı başlar başlamaz ilk planda bombalanan yerler, Osmanlı’nın karayolları üzerinde yaptırdığı beş ve daha fazla gözden oluşan köprüler olmuştur.
Artvin ve ilçeleri ile Elviye-i Selase’nin diğer şehirleri Ardahan ve Kars, akabinde Gürcüler ve Ermenilerle yapılan çatışmalar neticesinde bir karamsarlık dönemi yaşamışlardır. 43 yıl devam eden Rus mezalimi ve işkencesi döneminde ise, buranın insanları adeta birbirlerine kenetlenmişlerdir.
Yusufeli-Erzurum Karayolu henüz yapılmamıştır...