‘’ Kendini seçemiyorsun, bırakıp gidemiyorsun…’’ ne güzel söylemiş Sezen Aksu. Madem başka seçeneğim yok o zaman önce kendimi sevmeliyim. Lakin bu alelade bir sevmek olmamalı. Mesela kaşım güzel, gözüm güzel, şöyle iyiyim , böyle marifetliyim aleladeliği olmamalı. "Vakti gelen herkes bir gün bir şekilde gidiyor lakin ben bende çiviliyim." bilinciyle insan kendine sarılmalı. Sevdiğimiz , değer verdiğimiz şeyler hep iyi olsun , güzel olsun ister bunun için emek veririz ya. Mesela saksıda sevdiğin çiçek büyüsün, çiçek açsın diye onu sular, yabani otlardan kurtarıp ara sıra toprağını çapalarsın, gübreye ihtiyacı varsa gübresini verirsin . Ama yine de vakti saati vardır tomurcuklarını açmak için bir de sabırla o vakti beklersin. İşte aynı ilgi alakayı kendimize göstermeli, değer vermeli, kendimizi beslemeli ve en önemlisi kendimize zaman vermeliyiz, açmak için. Bu beslemek eylemi peynir ekmekten ibaret olmamalı tabii. Muhakkak ruhumuzu da beslemeli. Bir çoğumuzun ruhu öylesine aç ki ve biz ısrarla sanki aç olan bedenimizmişçesine ona yükleniyoruz .Tatlılar, börekler, çöreklerle bedenimizi uyuşturup ruhumuzun gurultusunu bastırmaya çalışıyoruz. Pahalı kıyafetler, abartılı makyajlarla kandırmaya çalışıyoruz onu. Oysa ruhu beslemek daha başka bir şey . Meseleye kendimizi keşfe çıkarak başlamalı, yargılamadan kendimizi tanımaya,bizi biz yapanları anlamaya çalışmalıyız. Beni ne mutlu eder, ne üzer, neye kırılırım, kırılınca ne yaparım, kimi nasıl affedebilirim gibi sorularımıza cevaplar bulmalıyız. Sonra bizi mutlu eden, bize iyi gelen şeylere kafa yormalı, enerjimizi onlara harcamalıyız. Mesela bir kediyi sevmek ya da bir çocuğun gülüşünün sıcaklığına ortak olmak, aynı yollardan geçmiş bir büyüğümüzün nasihatine kafa yormak… Muhakkak okumalıyım. Dünyadan milyarlarca insan gelip geçmiş, milyarlarca hadise yaşanmış illa ki benim yaşadıklarıma benzer bir şeyler yaşanmıştır . Acaba onlar nasıl tepki vermişti , ne hissetmişti? ‘’ Yalnız değilim!’’ rahatlığını yaşatmalı ruha, başka hayatlara misafir olmalı ara sıra.
Fazla değil bize iyi gelecek üç beş dost biriktirmeliyiz mesela. Ara sıra uğrak noktası bellediğimiz , ruhumuzu dinlendirecek üç beş dostun muhabbeti olmalı…
Doğayı seyretmeli, meraklı gözlerle onu incelemeliyiz. Mesela sokakların boş olduğu bir vakitte kuş seslerini dinlemeli, hafif rüzgarda dalgalanan ağaç yapraklarını izlemeli, rüzgarı kucaklayıp bedenimizde onun verdiği hafif ürpertiyi hissetmeliyiz. Ara sıra başımızı kaldırıp göğün maviliğindeki huzura dalmalı, ara sıra da ayağımızın altındaki toprağa bakıp milyarlarca ağaca hayat veren, milyarlarca canlıyı üzerinde barındıran, en son yine hepimizin dönüp dolaşıp ona karıştığı toprağın mütevaziliğine dalmalıyız. Ve Küçük Prensin dediği gibi , rakamlarla uğraşmayı bırakmalıyız.
Boyumuz, kilomuz, aldığımız maaş, harcadığımız paranın miktarı değil bizi mutlu eden ya da en azından bunlar olmamalı. Sağlığımız yerinde mi, birine muhtaç olmadan yaşayabiliyor muyum kazandığım parayı nerelerde ne için harcıyorum bunlarla ilgilenmeliyim aslında. En lüks restoranlarda yediğim yemek değil de paylaşabildiğim ekmek yüzümü güldürmeli. Dolabımda sayısız ayakkabı, çanta, kıyafet biriktirince değil de ne biliyim ikinci ayakkabıyı ihtiyacı olan birine hediye edince mutlu olabilmeliyim. Yetinmeyi bilmeli ve şükretmeyi öğrenmeliyim ki bugün var yarın yok olan hiçbir şeye gereğinden fazla anlam yüklemeyeyim. Hayati hocamın da dediği gibi eve barka , haddini aşan lükse yatırım yapınca hiç birini ebediyete giderken yanımda götüremeyeceğim ki, onların hiç biri lazım olmayacak bana . Dünyada onları biriktirmek için harcadığım enerjimin bana bir faydası olmayacağı gibi ardımda kalanların da bıraktıklarımın başında ettiği kavga cabası… O yüzden her zaman en iyisi kendime yatırım; kendimi geliştirmeli, ilim öğrenmeli, öğrendiğim ilimle yaşamaya gayret etmeliyim. Alelade bir sevmekten ziyade hakkını vermeliyim sevmenin , çünkü yaşamımdaki en mühim kişiyi seviyorum.