Ütopyadan öteye gidemiyordu aşk artık Sevda için. Oysa insan adının kaderini yaşar derler. Tamamen yalan. Sevda Mustafa'ya evet dediği gün bilmiyordu bunu. O,aşk dolu bir yuva hâyâl etmişti çünkü Mustafa buna dair yeminler ederek kazanmıştı Sevda'nın kalbini." Evlilik aşkı öldürür derler", evlilik değil "nasılsa artık benim" mantığı öldürür aşkı.
Kaçıp gitmeyi düşündü Sevda. Herşeyden,herkesten en çokta sevgisizlikten. Kaçamadı. En büyük günahları göze almış olmasına rağmen,üç çocuğunu gözden çıkaramadı. İlk defa anneliğini sorgulamaya başlamıştı. Bu muydu annelik? Çocuklarının hatırına göze aldığın çile kadar mı anneydin? Katlanabildiğin kadar mı basabiliyordun ayaklarının altındaki cennete? Üç çocuk,üç kalp,üç aşk... Değer miydi peki kadınlığını unutmaya? Varlığı yokluğu belli olmayan bir kocaya katlanmaya? Aşktan,sevgiden en önemlisi kendinden vazgeçmeye? Oysa "aşk insanın evrimindeki en büyük aracıdır "demişti Azra Kohen. Yoldasın yanında yürüdüğü sürece evrim basamaklarını tırmanabiliyordun. Şimdi, parazit bir kocayla,kadınlığına ve evrimine duvar örmüştü. Ne yazık ki değeceğine karar verdi Sevda. İnsan ne yaparsa yapsın kendi parçasından vazgeçemiyordu. Hadi onları da hayatıma dahil ederim dese babası çok mu sahip çıkacaktı ona. İstediği mesleği bile yapmasına şiddetle karşı çıkan babası. Kendi ayakları üzerinde duramayışının sebebi. Bir çare,kadın olmayı rafa kaldırdı. Ona bahşedilmiş en güzel nimeti yaşamayacaktı. Vermişti kararını. O,artık sadece bir anneydi. Hayaller kuran,olur olmaz herşeye umut besleyen bir anne.
Kafasında bir dünya yarattı kendine zamanla. Sadece aşka ait bir dünya. Kocasıyla başbaşa zamanlar geçiriyor,mutluluğun doruklarına ulaşıyordu. Özellikle eşi ona "gerçek aşk " sözcükleri fısıldadığında. Fakat,yine boş durmuyordu adam. Gerçek kişiliğini tüm çıplaklığıyla her defasında gözler önüne serip,hayal kurmasına da izin vermiyordu. Bir insanın kalbini tanıdığınızda,ona dair hayaller kurmak çok kolay olmuyor. Başka aşklar yarattı kendine Sevda. Onu seven,ona gerçekten değer veren adamlar olduğunu düşündü. Cinselliğe yer yoktu hayallerinde,asla. Çünkü cinsellik değildi onun derdi . O sevmek,sevilmek,kadın olduğunu,insan olduğunu hissetmek istiyordu. Kendini değerli hissetmek istiyordu. Bazılarının,elinin tersiyle ittiği bu duygunun,kendisinden neden böyle kaçtığını anlayamıyordu. Insanlar çok nankördü. Önlerine en güzel aşklar seriliyor,fakat onlar yine şikayet edecek bir durum buluyorlardı. Gerçi yargılamak ne haddine. Kendisine de "yediğin önünde yemediğin arkanda. Kocan çalışıp ailesine bakıyor,seni aldatmıyor daha ne olsun" diyen onlarca asalak vardı etrafında. Sanki aşkın tek kuralı aldatmamak ,yedirip içirmekmiş gibi. Oysa kocası ona bir kere canı gönülden "Seni Seviyorum " dese,içten bir şekilde sarılsa,her koşulda yanında olduğunu hissetirse dünyalar onun olacaktı. Oysa Mustafa bir karısı olduğunu sadece yatak odasında hatırlıyordu. "Cinsellik,aşkın değil,biyolojinin kuralıdır. Onu aşkın kuralı yaparsanız aldatır sizi,yanıltır" demişti bir düşünür. Mustafa hayvanlar gibi yalnızca biyolojinin kuralını yerine getiriyordu.
Artık gücünün kalmadığını hissetti Sevda. Bu yalnızlığa daha fazla sabredemeyecekti. Mustafa'sız bir dünyanın hayallerini kurmaya başladı. Gerçekleştirmek üzere...