Vazifen: Dikenler arasında güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin!
Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Mûsâ’ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar; sevineceksin!
Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, vücut ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin!
Karanlık zindanlara atarlarsa, ışık; paslı vicdanları görürsen, ümit; imansız kalplere rastlarsan, Nur vereceksin. Sen verdiğin için, suç; sen getirdiğin için, ceza; sen konuştuğun için, mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin!
Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’an’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leylâ arar gibi Nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin!
Makamlar, servetler verirlerse, nefsini unutacaksın... Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin... Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse, iğne ile oyacaksın. Unutma, nerede olursan ol, küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin!
Bir gün, Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen; hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın.
Bu mektubu okuyunca, Mesnevi’yi okuyan Yunus Emre gibi “Uzun olmuş” diyeceksin. O’nun gibi ben olsa idim: “Ete, kemiğe bürünürdüm.
Yunus diye görünürdüm” derdim dediği gibi, sen de ne lüzum vardı uzun uzun saymaya... Kısaca “Kur’an talebesi olacaksın!” deseydin yeterdi, diyeceksin. Haklısın. Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Her kişinin değil, er kişinin yoludur.
Şimdilerde ne hallere düştük böyle diyip duruyoruz.
Abdestsiz, aşk nedir, helal, haram nedir bilmez insanların yapmış olduğu dizileri izliyen çocukların ilerde büyüdüklerinde aşktan ne anlamasını umuyoduk ki?
Bir denizin kuruması gibi, bir koca güzel şehrin depremde yerle bir olması gibi, bir ormanın yangında kül olup gitmesi gibi değil miydi sana inanan insana, sana güvenen, hayatını sana adamış olan kişiye ve en açıklayıcısı sana seni seviyorum diyen birine ihanet etmek bu anlattıklarım kadar kötü birşey değilmiydi?
Eskiden aşk bir başka köyden bir başka köye uzanmıyormuydu. Uslubuyla tanımadan etmeden görücü usulü evlenilmiyormuydu. Nasıl yaşadığımızı kitaplardan, dedelerimizden, ibretlik aşk hikayelerinden öğrenmektense, ne yediği belirsiz abuk subuk dizilerden, filimlerden öğrenir olup o hayali hiç olmayan hayata özenmiyormuyuz?
Düşünsene hayatını hayali bir hayale adayıp onu haftada bir kere izliyorsun, onun fragmanlarını, internetten repliklerini derken haftanın neredeyse bir kaç saatini o sevdiğin diziye veriyorsun. Belkide birden fazla dizi izliyorsun ve biraz hayal et kardeşim ozaman biz zamanımızın çoğunu televizyon karşısında geçirmiş olmuyormuyuz. Sevmek insanın ateşidir ve sevdinmi ateşin yükselir nefes alamaz hale gelirsin, hayatında bir takım şeyler değişi verir, olgun kararlar almaya olgun düşünmeye başlarsın. Bu ateşinin dermanı Allah'tır. Sevgiliye kavuşunca sakinleşmemiz üzerimize atılan su gibidir. Bir süre sakinleştirir bu ateş bizi ama yeniden hardanlanmaya başladığında yeni bir su ararız sakinleşmek için. Bu sınav dünyasında aşkla kendini kaybedenler genelde yoldan sapar ve hiç çıkamayacak bir kuyuya düşerler. Kendini seviyorum onun için ölürüm gibi konuşmalarla birine çokca aşık olan insanlar, bir zaman sonra ayrıldıklarında kendilerini sokakta görse selam vermez duruma düşerler. Neden böyle oluyor? İnsan birini okadar çok sevdiğinde o kişiyi gecesine gündüzüne kattığında, onsuz nefes alamaz zamanları olduğunda neden bir zaman sonra herşey biti verir ve nefret başlar, kin başlar.
Bir bardak düşünün ve bu bardak tan tavşan kanı hitabı sıcak bir çay içeceksiniz. Bu bardağa siz içmeden yaklaşık 10 kişi gelse ve ellese, onlarca parmak izi belirse doğru söyleyin içermisiniz çayı? Bencede HAYIR.
Pekiya bir erkek olalım yada bir kız olalım, kaderimizdeki kişiye kavuşmadan, helalimiz olacak, annemizin babamızın bile belli sürede bilmeyeceği ve görmeyeceği mahremlikleri bilip görecek eşimize kavuşmadan bedenlerimizi başkalarıyla konuşarak buluşarak neden bir bardağın dokunulduğunda onca parmak izinden sonra o bardaktan çay içilmeyeceği gibi, bedenlerimizede namahremin dokunmasına izin veriyoruz? Bu ilerde evleneceğimiz eşimize saygısızlık yapmış olmazmıyız? Yada siz istermiydiniz ilerdeki eşinizin sizden önce kirli bir geçmişi olsun.
İşte benim hayale yazışım bu sıkıntılardan bu haramlardan uzak durup onu sadece helalimi beklememdir. Mesele sana yürümek değil hayal, sana yürümek. Geldiğinden bile emin değilim ama arıyorum belki gittiğin yerler çeğırır beni. Dermanım hangi şehirde bilmem. Üzerimdeki yükle çıkacaktım yola, bu manayı bu arayışı ve bekleyiş nereye kadar götürecekti beni bilmiyordum. Şimdi bir kara tren yollarındayım ve hafif bir rüzgar esiyordu üşüyordum. Keşke yanımda olsan diyorum hayalim. Yanımda olsanda ısıtsan kalbimi, yanımda olsanda bi baksan bana.. öylece baksan..
Eylül bakışlım,
Senden başkasına baksam,
Kefen giyer gözlerim...
Sen dedin bana hayellerimde ''Aşkın imana dönüşecek uzaktan sevdikçe.''
Uzaktan sevmek daha zordur ama daha esastır. Buna inandık sevdiğim. Sokaklar, dokunmaların sayısını sayamazkengözlerini kapatıp sessizce sevmek, başka bir şeymiş.
Sonu sana çıkacak bir bekleyiş yazıyorum kağıtlara.
İnsanlara bana anlattıklarını anlatıyorum.
Sevmeleri bırakmasınlar diye,
Haramları bırakıp güzel sevsinler diye.
Şu ana kadar yazdıklarımın bütün eseri sensin halim. O halde yazan sensin, kalem de ben. Çok içten dua ettiğim bir gecenin ertesinde çık gel. Ne kaldıysa yazamadığım helalim ol tut elimden, birlikte yazalım.
Dünya okadar garip bir mekan ki, yaşamak istediğimiz şey bazen ölmekten daha zor oluyor. İnsanız. Şöyle etraflıca düşündüğümüz vakitler bir oturuşta geçmiş tüm yıllarımızı ve tüm pişmanlıklarımızı yiyoruz. Bu yetmiyor, geleceğimiz ve tüm ömrümüzü koca bir keder üstüne inşa edip, kendimizi hüzün bataklığından çıkarmayıp yinede doymuyoruz. Hani o her seferinde aklının en ücra köşelerini yeyip bitiren derdin var ya. Şimdi onu al ve koy linin avuçlaının ortasına. Bir elin ile ağzını, bir elin ile burnunu kapat. Gözlerinin önüne getir bütün anılarını. Bak şimdi bakabildiğin kadartüm yaralarına. Hangisi nefes alamamaktan daha acı, hangisi seni nefes aldırmayacak kadar, hangisi seni ölmeyi düşündürecek kadar daha katı?
Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez sen bunu daha anlamadınmı?
Hiç dışarı çıktığın zaman yürümeden önce başını kaldırıp gökyüzüne baktınmı?
Etrafındaki denizlere, dağlara, hayvanlara, yollara hiç bir düşünce içinde baktınmı?
Allah bize yaşamak adı altında bütün dünyadaki insanların bir araya gelipte zerresini yapamayacağı güzellikler vaat etmiş. Peki ya biz bunlara bakıp him şükür kapısına dayandıkmı, bir kez olsun kapıyı çaldıkmı?
Yaşarken Allaha teslim olmak, her zerresinde onu hatırlamak, her vakit ona şükür vaat etmek, okadar büyük bir inançtırki, bu inanç seni cennete yakınlaştırır.
Sahi yaşamak nedir? Üzerimize yorgunluğun biriktiğini hissettinizmi hiç? Karşıma çıkan herkesten, bir yorgunluk hissi kalıyor içimde. Tanıştığınız herkez içinizde bir iz bırakır. Ya yorulursunuz ya da dirilirsiniz. Gün geçtikçe dirilticek insan bulmakta zorlanırız. Yoruluyor insan artık. Neden tanıştığımız herkesin ilk projesi, sırtımıza çıkmak oluyor? Kimsenin zarar vermeden yaşamaya niyeti yok sanırım. '' Merhaba, tanıştığıma memnun oldum Artık senden faydalanabilir , seni işim düştüğünde arayabilirim ve bir gün sen düşecek olursan bir tekmede ben vurmaya hazırım.''
Yaşamak bumu peki? Belkide yaşamak, neyi seveceğini aramaktır. Belki de kimi ne için sevdiğini aramaktır.
Yazmıyorum, çok sevip sensizlite sükünete sarılıyorum. Yazılar, ağladıklarım; kağıtlar, beni anlayan dostlarım.
Evet, insan sırtımıza çıkmaya çalıştıkları için yoruluyor. Oysaki insanlar yan yana gelip yükü paylaşmak için değil miydi? Sevmeler iki kalbin birleşip tek yerden atması değilmiydi?
İnsanın en zaıf yeridir mesela AŞK.
Aşksız dünya olumuydu sizce?
Bir insan gece yatıp kalktığında birini düşünmeden yaşaya bilirmiydi sizce?
Rabbimin bizlere, hayatımızda en hayırlısını nasip etmesini niyaz ediyorum.