Herkes “boşuna uğraşmayın, ölecek bu çocuk” diyordu. Haline bakan herkesin ümidi kesilmişti iyiden iyiye. Başlangıçta çaresiz babanın arayışlarına hayran olanlar şimdi acıyarak bakıyorlardı. Ama baba yüreği işte; “bu imtihan benim imtihanım, bütün yolları deneyeceğim, nerede aramam gerekiyorsa arayacağım şifayı. Bu derdi veren elbet şifasını da yaratmıştır. Ölse bile bari şifasını ararken ölsün ki ben de hesabımı kolay vereyim” diyordu. Karısı bir yandan anne yüreğinin sızısıyla diğer çocuklarını düşünüyor bir yandan da kocasının çare arayışı karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Nasıl teselli versindi, ne söylesindi?
Kulaklarında etrafındaki herkesin o kılıçtan keskin sözleri; “boşuna uğraşmayın, bu çocuk ö-le-cek.” Akıllarına getirmek bile istemiyorlardı. Onca zaman yolunu beklemişlerdi bu çocuğun. Mutlulukları onun gelişine bağlanmıştı. Doğduğu gün kurbanlar kesmişler, fakirler doyurmuşlar, garipler sevindirmişlerdi bir sürü. Az kalsın yuvaları yıkılacaktı o çocuk doğmasaydı. Yuvalarının devamını ona borçlulardı, şimdi ölüme terk edemezlerdi.
“Nerede olursa olsun isterse yurt dışında olsun muhakkak tedavisi vardır, araştıracağım” diyordu baba. Ama yaşadıkları şehirde gitmedikleri doktor, adamadıkları adak, dua ettirmedikleri Allah dostu kalmamıştı.
Takvimler bin dokuz yüz seksen dört yılının mart ayını gösterirken günden güne eriyen yavrucak için artık son demler deniliyordu. Okula da devam edememiş rapor almak zorunda kalmışlardı. Bu durum masum yavruyu daha fazla üzüyordu. Öğretmeni ara sıra evlerine uğruyor güya ona ödevlerini getiriyordu. Sonra arkadaşlarına vermiş olduğu bazı konuları birlikte okuyorlar ve böylece ödevini yapmış oluyordu.
Göbeği şiştikçe şişmiş, ciğerlerine baskı yapan bu şişlik yüzünden nefes alamaz olmuştu. Ancak karnını bir yastık yığınına dayarsa biraz rahatlıyor fakat bu halde uzun süre kalamıyordu. Annesi geceleri, babası gündüzleri sırtında taşıyordu. Ancak bu şekilde biraz daha yaşatmaya çalışıyorlardı.
O gün son bir doktor ismi daha öğrenmişler, bin bir mücadele ile randevu alabilmişlerdi. Şimdiki gibi internetten randevu alınamıyordu o zamanlar. Gece saat iki de, üç de hastaneye gidilmeliydi. Sıraya girip randevu defterinde belirlenen sayıya ulaşıncaya kadar sıra gelirse randevu alınabiliyordu. Günlerce uğraşmışlar en son bir başka hastanın kendi sırasını vermesiyle randevu alabilmişlerdi. Allah her yerden kapatmıyordu işte kapıları.
Şehire yeni gelmiş bir çocuk doktoruydu randevu aldıkları. İşinin aşığı, çocuk hayranı, başarılı bir doktordu. Gençti ama işinin ehli olduğu belliydi. Çocuğu masaya yatırdı, şikayetlerini dinledi. O kadar uzun muayene etmişti ki şaşırmışlardı. Nihayet bir yandan tahlilleri incelerken bir yandan hastası hakkında daha fazla bilgi almaya çalışıyordu. Bu kadar uzun muayene ruhunu daraltmıştı genç babanın. Gözü çocuğu ile doktoru arasında gidip geliyor, eli yüreğinde, dili, duaya doymuyordu. Çocuğunun yüzündeki umut ışığının parlamasına şaşırmıştı ama sanki ölümden önceki ışık gibi algılamıştı.
Doktor raporunu yazarken;
“İstanbul’a götürebilir misiniz? Buna gücünüz yeter mi?” diye sorunca dizlerinin bağı çözülmüştü. Olduğu yere yığılıp kalmak geldi içinden. Müsaade isteyip oradaki bir sandalyeye oturdu. Derin bir nefes aldı. “Bu kızımın iyileşeceği anlamına mı geliyor doktor bey?” diyebildi. Sonrasını hatırlamıyordu.
Doktorun sesiyle kendine gelmeye çalıştı. Çocuk başucunda ; “baba… babacığım ne oldu sana? iyi misin baba?” diye ağlıyordu. Yerinden kımıldadı, kolunda serum vardı. “Ben iyiyim..” diyebildi güçlükle. “Ben iyiyim de kızım iyileşecek mi?”
Genç doktor şen bir gülücük atıp;”tabii ki iyileşecek, hatta çok daha iyi olacak merak etme. Hem bana söz verdi büyüyünce doktor olacak. Aşırı sıkıntı ve üzüntüden dolayı mide öz suyu fazla salgılandığı için sindirim sıkıntısı yaşıyor. Yediklerini rahatça sindiremediği için yemek de istemiyor. Güçsüz kaldığından dolayı iyileşemiyor. Burada teknik yetersizlikten dolayı müdahale edemiyoruz. Sizi kendi hocalarıma yönlendireceğim. Onlar inşallah başarılı bir operasyonla mideyi boşaltacaklar.”
Rahatlamıştı. İşte aylardır zorladığı şifa kapısı aralanmıştı. Sonunda kurtulacaklardı bu sıkıntıdan. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı zaten, yeter ki biricik yavrusu yeniden sağlığına kavuşsundu.
Çalıştığı iş yerinden izin almak istedi. O yıl ki izin haklarını kullandığı için izin vermemişlerdi. Rapor da alamamıştı. İşten çıkma pahasına sadece haber verip ayrıldı iş yerinden. Hemen İstanbul’a bilet almalıydı. Kaybedecek bir dakikaya tahammülü yoktu. Otogara gittiğinde bir şey daha fark etti: Hiç parası kalmamıştı. Borç alacağı kimse de yoktu. Çünkü aylardır işe gidemediği için eşten dosttan aldıkları ile geçinmeye çalışıyorlardı. Kimseye yüzü kalmamıştı. Elde avuçta ne varsa bitmişti.
Hızlıca eve döndü. Evdeki televizyonu ve büfesini satacaktı. Yan komşunun bir süredir televizyon almak istediğini biliyordu. Önce ona uğradı. Niyetini anlattı. Komşu acıyarak baktı adama. Teklifi işine gelmişti kabul etti. Parasını peşin verdi. “Sen git evden al, ben bilet almaya gidiyorum” diye koşarak çıktı.
******
Komşular, akrabalar otogardan uğurlamaya geldiklerinde bile aynı şeyi söylüyorlardı; “akıllı ol, gidip bilmediğin yerlerde rezil olacaksın. Bu çocuk ölecek. Şansını zorlama…” Acılı baba bu son şansı olabilir diye düşünüyordu; gidecekti. Otobüsün arkasından el sallayanlar nasılsa yoldan döneceğini düşünerek oralarda biraz oyalanmaya karar verdiler. Ama dönmedi gidenler…
Takvimler bin dokuz yüz seksen dört yılının ekim ayını gösterirken evin kapısı çalındı bir gece vakti. Kapıyı açan evin hanımı kızını elinde çiçeklerle görünce öyle bir çığlık attı ki yan komşu karısı ile birlikte zor yetiştiler. Onlar da gördüklerine inanamadılar. Yavaş yavaş bütün mahalleli toplandı bu mutluluk fışkıran evde; gecenin o vaktinde. İşte umudun getirdiği nokta bu olmalıydı. Herkesin ölecek diye duaya durdukları çocuk cıvıl cıvıl karşılarındaydı. Sanki hiç onca acıyı görmemiş gibi. Babasının gözlerindeki umut ışığı daha bir parlamış, derdi verenin dermanı mutlaka yarattığının ispatı olmuştu.
Artık yeni bir başlangıç yapacaklar, geçen zaman içinde kaybettiklerine yeniden kavuşmak için daha bir umutla tutunacaklardı hayata.