Gecenin ıssız karanlığı. Bomboş sokakta kadının çizmesinin yankıladığı topuk sesi ve kırmızı şemsiyesine hafif damlayıp ses çıkaran yağmur damlaları..
İnsanın içini ürperten hafif hoş bir rüzgar...
Kadın birden irkildi ama nedense hoşuna gitmişti. Saçlarının yanaklarında temas etmesi geçmişe bir salıncak gibi gidip gelmişti. Bir an durdu. Düşündü. Bir küçük gülümseme ve anında dudaklarının eski haline dönmesi. Geçmiş güzel denilebilecek kadar basitti onun için. Ve basit şeyler çabucak biterdi. Tıpkı güzel olan herşey gibi.
Adamın siyah dağınık saçlarını alnında hissetti. Sonra sakallarının yanaklarını okşadığını düşündü. Ne kadar huzur verici bir histi. Soğukta çıkan nefesi burnunu gıdıklıyordu.
Gülümsedi.
Ve kafasını kaldırdı.
Kahverengi gözleri kadının zümrüdüyle birleşince inanılmaz bir hal alıyordu. Adamın bakışları sertti ama kadın biliyordu; aslında o sert bakışlar hiçbir zaman büyümek istememişti. 8 yaşında, bozuk bir saat gibi takılı kalmıştı.
Kadında huzurluydu, mutluydu,
çocuksuydu adamın yanında.
Adam herşeye rağmen onu seviyordu. Kadın bu sevgiye karşılıksız kalmak hiç ama hiç istemiyordu fakat tereddüt ediyordu.
Ya küçük bir çocuğun elinden alınan bir oyuncak gibi onunda kalbini alıp geri vermeseydi?
Ya tamamen bu rüya bitseydi?
Ya kadın uyansaydı?
Kadın korkularıyla boğuşurken adam ellerinden tuttu. Buz gibi elleri bir anda ısınmıştı. Bir adım geri atmak istedi,adam buna izin vermedi.
Adam, kadının saçını geriye attı. O kadar anlamlı bakıyordu ki sanki hiçbir zaman gitmemiş gibiydi. O kadar gerçek dışı ve olağanüstüydü ki kelimeler anlamsız..
Oysa iki kelime söylemek zor değildi.
Sadece iki dudağının arasında iki kelime söylemek herşeye bedeldi.
Kadın yeşil gözlerini adamın kahverengi gözlerinden ayırarak aşağıya indirdi. Ellerine baktı. Bırakmak istemiyordu. Bıraksa gidecekti çünkü. Bıraksa herşey bitecekti.
Korktu.
Adamın elini daha sıkı tuttu.
Kadın kafasını kaldırmaya korktu. Çaresizdi.
Hiç olmadığı kadar.
Gözleri doldu.
Canı yanıyordu.
Gözlerine sanki can kırıkları batıyordu.
Asıl acıtan can kırıkları,can yaralarıydı. En çok acıtan şey buydu.
Sarsalar acıtır, üstünü açık bıraksalar daha da şiddetlenirdi.
O öyle bir şeydi ki sevdiği halde vazgeçmek. Gördüğü halde görmezden gelmek,aklındayken aklından atmaya çalışmak.
Gerçeklere dönmek en son istediği şeydi. Asıl basit olan gerçeklerdi.
Sevgi bu kadar basit olamazdı.
Ne adam için ne kadın için bu hikayede mutlu sona yer vardı.
Adam kadını öpüp sıcak ellerini ellerinden yavaşça çekti. Kadının gözlerinden yaşlar sıralanmıştı bile.
Kokusunu son bir defa içine çekip ellerini ellerinden ayırmıştı.
Adamın bakışları sabitti.
Aynı son gün ki gibi.
Hissizdi.
Ama kadın biliyordu. Sevildiğini biliyordu ama bu dünyada değil. Onun için sevgi artık cennete taşınmış saf bir varlıktı,onu bir sandıkta bekliyordu. Ve o güne dek o sandığı açamayacaktı.
Belki bu dünya da değil ama başka bir yerde...