BAZEN DEĞİL BAZAN
bazan tanrı çocuk felcidir,
gelir ve görürsün.
bazan londra’da paslıyağmur
ve, yanlış düşen bir telefon numarası
-kapatmasını istemediğin.
bazan güneşin beraber yürüdüğü bir kadın,
-saçları sapsarı başak
ve yanmaktadır dudakları
arzunun gölgesi düşmüştür kavislerine baldırlarının.
ve işte bilirsin:
klozetin başına çökmüş, kusmaktasındır,
oradadır tanrı
bazan…
ağzındaki kalıntıları temizlerken lavaboda
sana bakmaktadır..
bazan: otobüste,
küçük Fransız şapkası, ve gamzeleriyle
kısacık gülümser sana
ve önüne eğer bakışlarını.
güneş, ölü etlere vuruyordur
ve tanrı oradadır.
viyolonsel tellerine gerilmiştir
muazzam sesler çıkaran.
ve bir fil katilinin rüyasıdır.
ıskartaya çıkartılmış belediye otobüslerinin
garajına düşmüştür yanlışlıkla yolun,
ve tarifsiz bir hüzne basarsın
ayaklarına bakarsın –sanki çamurmuşçasına
oradadır işte:
pas içinde, 1900eski bir Macar yapımı otobüsün
siyah direksiyonunda
gözleri tıpkı miles davis.
bazen gri-gümüş bir yağmurdamlasıdır
ve az sonra düşecektir,
beresinin boşluklarından salınmış
alev alev saçlarına
ve göğe bakmak isteyeceğin andır da o işte.
çoktan bırakıp gitmiştir seni kadın,
bir bira açıp oturmuşsundur mal gibi -kanepende
ve az önce oturduğu yere bakarsın
o, sıcak, ve hala tam olarak düzleşmemiş boşluğa
işte oradadır tanrı.
soğuk bir deniz üzerinde ağır ağır ilerlerken
sayfalarının arasına sıkışır göz gezdirdiğin kitabın.
karşındaki kel adamla gözgöze geldiğinde,
içten ve sıcak –ama kısa
gülümsersiniz ikinizde.
aklına nick cave geliverir
eşek meleği görmüştür.
ve polis kimliğini sorar birden bire
gözlerinin içine bakarsın bomboştur
ve kahretsin, işte oradadır tanrı.
cam buhu tutmuşken
göremediğin dışarısıdır o.
bazı insanların tırmanmak için yukarı,
ihtiyacı vardır bazı insanların sırtına-
gülümser ve izin verirsin buna,
“selam sana tanrı.”
işte, kedin üzerinde uyurken
ve ödenmemiş 12 faturanla sürüp giderken yaşam
gülümsediğinde şafağa,
ve yağan yağmura kaldırdığında başını:
“hey ahbap,” der: “selam”..