“ Aramızdaki en büyük fark, benim hiçbir şeyi keyfi yapmadığımdı. Ben başka acılarla sana yaklaş(a)madım, yanmayasın diye. Başka ateşin közünde yakmadım canını. Sen vardın; ama bende seni hak edecek ben yoktu; bunların hepsini biliyordun. Ben se(n)ssizce içimi sana hazırlarken, sen yaşadıklarının kefaretini gösteriyorsun. Ben istemeden yaptım inkar edemem; ama sen isteyerek yaşatıyorsun. Hakkındır; seni anlamam için gerektir bu, sonunda kuvuşamasam da gözünde yaptıklarımın bedeli olur. ” diye düştü adam güncesinin satır başına.
Yıllara meydan okuyacak bir aşka yelken açacakken, yellerin sertliğinde alabora oluyordu gemisi. Ne zaman demlenmek istese gözlerinde; delindiği yerden geçiyordu kadın. Acı çekmişti adam yokken. Adım atarkenki çekingenliğinden anlaşılıyordu. Adam, elinde olmadan elinde olmadan başından geçenlerin başaktörü olmuştu kadının acılarında. “ Kalbimi ellerine bırakmak istiyorum” dediğinde; başka yaranın kanlarına bulaşmasından korkmuştu zaten. Korktuğu kadının kendinden yara almasıyken, yokluğu zaten hara döndürmüştü kadının gönlünü.
“ Durdurmak istedim zamanı ” dedi adam biçare bakan gözlerle geceye. “ Zamanı gözlerinde; ömrümü gülüşünde durdurmak istedim. Güneş girmeyen eve, gözlerinle hapsolmak istedim. Göz hapsinde; gönül avlunda volta atmak istedim. Ama gönlünde başka çamurların izlerini bulaştırmamak için temizlenmeliydim ” derken gözyaşlarıyla yıkanıyordu yüzü. Kaç geceyi böyle sabah etmişti diye düşündü bir an sevdiğini. Canı yandı, “canı” zaten yanmıştı. Kadın geçtiği yolda can kırıklarıyla yürütüyordu adamı. Haklıydı, haklı olmasa da hakkıydı…
Yüzündeki yaşları silerken bir sigara yaktı adam. Gözleri gibi parlayan Aya baktı. Sevdiğin gözleri gibi ışıl ışıldı. Zihninde Elif Şafak’ın şu satırları diline kelam oluyordu: “ Aynı gök kubbenin altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sema aynı, yıldızlar aynı, dolunay aynı. Bunu bilmek yetiyor bana. ” Yutkundu. Uzaktan sevmenin acısı saplandı göğsüne. Her şeye rağmen sevgi güzeldi ama aynı gökyüzüne birlikte bakabilecek miydi? Aynı sabaha uyandığında Güneşi kollarında görebilecek miydi? Uykulu gözlerinden öpüp günü aydınlanacak mıydı?
“ Bilmiyorum… ” dedi gecenin son satırlarında. “ Bildiğin yerde, inandığın saatte bekleyeceğim seni. Hiç gelmeyecek olsan bile gönlümde yerin hazır sevdiğim. Ben hiç gitmeyenim; sen yolunu gözlediğim…”