Ben Tripoliçe’deki acı ve dehşet günleri gören ve bu acıları kalbinde yaşayan kanlı bulutlarım.12 Şubat 1821den beri bütün kasabalarda bir ve birden fazla bulundum. Barbar Rumların, yüzyıllardan bu yana huzur ve adaletle hüküm süren alicenap Türklere yaptığı soykırım ve insanlık dışı katliamı anlatacağım. Ondan önce kahramanımız Hakkı Mehmet Efendi tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve şehit olduğu şahit oldum. Bu haber, Tripoliçe kalesinde sağ kalan Müslüman Türklerde büyük bir üzüntüye yol açtı. Bu şahit olduğum kaçıncı şehit inanın bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da barbar rumların tek bir Müslüman'ın bile nefes almasına tahammül etmemeleri ve onları acımasızca öldürmeleriydi.
İkindi saatlerinde yaşanan büyük patlamada Sipahi Mehmed Ağa ile Sinan Çavuş, Serhenk Kalender ve Dizdar Kemal Efendi öldüler. Bu ani ölümle birlikte büyük sırları da dumanlı akşamda tüm gizemiyle birlikte unutulup gitti. Ayrıca Kasım Kaptan ve eşi Afife hanım, Zaptiye Çavuşu Sermet Bey, Ferhat Ağanın oğlu Mehmed ve Hacı Efendi da kale kuşatmasından ağır yarandılar.
Kale komutanı Ömer Viryoli Paşa ,Mora valisi Dramali Mahmud Paşa nin emriyle kaleyi teslim etmek zorunda kaldı.Kalede bir manga Türk askeri ile Esma Hatun, Şahbanu ve annesi ile Asesbaşı Abdülkadir Çavuş kaldı. Serbest bırakılıp güvenli şekilde Devleti Aliye'nin başka bir kentine gidecekleri söylendi. 23 Eylül 1821'de Tripolice'nin ele geçirilmesi anında ortaya çıkan vahşet karşısında her şey gölgede kalır.
Tripoliçe Katliamı, Mora İsyanı sırasında bölgede Türklere karşı yapılan katliamların en büyüğüydü. Şehrin Yunanların eline geçmesiyle 8000 kişinin öldürüldüğünü tahmin etti. Katliamdan sadece köle olarak alınan bazı kadınlar ve fidye için tutulan bazı tanınmış Türkler kurtulabildi. Justin McCarthy ise katliamda ölenlerin sayısının 35,000 olduğunu belirtir. Teodor Kolokotronis, katliamdan şu şekilde bahsetti: Cuma gününden pazara kadar Yunan askerleri kadın, çocuk ve erkekleri katletti. Tripoliçe ve çevresinde toplam 32 bin kişi öldürüldü. […] En sonunda, bir ulak geldi ve katliam durdu.
"Tripolice (Tripolis) kelimesi soykırımla eş anlamlıolarak kabul edilebilir". Önce hayatlarının bağışlanması karşılığında insanlardan ellerindeki paraları alınır. Ancak her zaman olduğu gibi verilen söz tutulmaz. Sonun belirleyicisi olan 23 Eylül Cuma güinü yaşanır .Tripoliçe savunmasının çökmesi üzerine isyancılar aç kurtlar gibi şehre saldırır. Yunan isyanına destek amacıyla orada bulunan Fransiz topçu komutanı Reibo, bundan sonrasını "tanımlamak imkansız" diye belirtiyor: "'Attığımız her adımda pencerelerden aşağıya atlan kadınlar, kızlar, çocukları gördük. Haremlerin gölgesinde yalnız başlarına büyümüş olan bakireler, birdenbire vahşi bir askerin kanlı elinin, onları yakalayıp sokakta yukarıdan aşağıya attıklarını korku içinde gördüler. Askerler kudurmuş gibi zengin evlerine girmeyi talep ediyorlardı. Çılgın kalabalık sanki antik dönemin savaş koçbaşları gibi saldırırken tüm duvarlar yıkılıyordu.. Ortalık ateş ve kan cehennemi gibiydi. Molozla kaplı evlerin yıkılma gümbürtüsü, bitmek bilmeyen tüfek ateşleme sesleri, top gümbürtü sesleri, ölecek olanların çığlıkları ve galiplerin vahşi haykırışları birbirine karışarak ürkütücü bir konser sesi yaratıyordu."
İstanbul'da da duyulan Yunan isyanıyla ilgili ilk katliam 5 Mart 1821de bugünkü Romanya sınırları içinde bulunan Kalas ve Yaş'ta yaşanır. Bunu daha sonra Mora'da ortaya çıkan isyanlar takip eder. Bu bölgede 21 Mart'ta Kalavrita'da başlayan ve ardında
Patra, Kalamata, Salona, Livadia, Messolonghi, Vrachori, Zapandi, Navarin, Tripoliçe'de ve diğer yerleşimlerde yaşanan isyan, yağma, katliam, acı ve gözyaşından başka bir şey değildir.
Üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. Yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. Katliam o kadar büyüktü ki, Kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. Şehirdeki soykırımdan sonra yol kenarları cesetler ile doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı. Böyle bir trajedi, Yahudilere karşı özel olarak uygulanmamıştır. Tripolis'teki Türk katliamlarından sonra güneyde kalan son Osmanlı kalesine de Yahudiler sığınmıştı. Öyle görünüyor ki, Yahudilerin de katledilmesi, Türklerin katledilmesinin diğer sonucudur.
Türk çocuklar, minarelere çıkarılıp oradan aşağıya atılmışlardır.
İsveç'in, İstanbul Büyükelçisine yazdığı 26 Mart tarihli mektupta;
"Neredeyse tüm Türk evleri yakıldı ve yağmalandı. Birçoğu da ateşe verildi."
İngiliz Konsolosu Philip Green de yaşananları, "Şehirde kargaşa ve yağma hakim
oldu, Türklerin evleri açıldı ve yağmalandı. Camiler ateşe verildi veya yıkıldı " şeklinde aktarmaktadır.
Patra'da yaşananlarla ilgili olarak Fransız Konsolosu H. Pouqueville günlüğüne şöyle yazmaktadır. "Bu korkunç geceden sonra bir daha ışığı göreceğimi
sanmıyordum. Bitmek bilmeyen çığlıklarla, yirmi bin nüfuslu bir şehir yok oluyor... Yunanlar Müslüman mahallesini ateşe veriyor. Sokaklar cesetlerle dolu. Germanos büyük sorumluluk yüklendi.. köylerden gelen Rumlar, Türklere ölüm ' diye bağırarak
geliyorlar, Haçlı bayrak, camilerde dalgalanıyor, Rahipler birçok Türk çocuğunu vaftiz ediyor, şehre girmekte olan Vostitsanın ileri gelenlerinin (Rumlar) önünde, ellerinde tutukları mızraklara geçirdikleri beş Türk başı taşıyan adamları yürüyor. Yaşamları bağışlanacağı konusunda söz verilenler de ayni akıbete uğrar. İsyancılar anlaşmaya uymazlar, sözlerini tutmazlar.
Filiki Eterya Cemiyeti üyesi Amvrosios Frantzis'in ifadesine göre, teslim olanlardan güzel kızlar haricindekilerin büyük bir çoğunluğu gece katledilir. Ve bu insanlara ne olduğu sorulduğunda "Ay onu yedi" denirdi. Frantzis konuyla ilgili olarak; "'Ay O nu yedi metaforu Yunanlılar arasında yaygın olarak söylenirdi. Çünkü insanları genellikle geceleri öldürürlerdi. Sabahleyin gariban (Türk) ağaya ne olduğu sorulduğunda, 'Ay Onu Yedi' yanıtını verirlerdi" demektedir.
Finlay yaşananları, "Yarımadanın her yerinde Hiristiyanlar ayaklanıp Müslümanları katlediyordu, geri dönme umutlarını kalelere sığınanların tamamen ortadan kaldırmak amacıyla, kulelerini ve çiftlik evlerini ateşe verdiler ve mülklerini tamamen yok ettiler.
26 Mart'tan, o yılın 22 Nisan'ina denk gelen Paskalya Pazarına kadar, yaklaşık on bin ila on beş bin Türk acımasızca öldürüldü ve çiftliği ve hanesi yok edildi..
Yaklaşık altı ay süren ve gün geçtikçe daha da ağırlaşan kuşatma boyunca Tripoliçe kalesindeki Türkler Mustafa Bey komutasında kuşatmayı yarmak için asilerle 24 Mayıs 1821 tarihinden başlayarak farklı zamanlarda kale dışında çatışmalara girdiği ve bunda başarılı olunamadı.
19 Haziran'dan beri Mora'da bulunan Dimitris Ypsilantis'in verdiği, "Müslüman erkek nüfusun tamamının öldürülmesi ve getirilen her Türk başı için 'üç kuruş' ödenmesi şeklindeki insanın kanını donduran talimat sonucu, çadırının etrafında o kadar çok kafa birikir ki, kafalara takılıp tökezlemeden çadırın içine girmek mümkün olmaz.
2 Ağustos1821'de Monemvasia kasabasının Türk sakinleri uzun süren kuşatma sonucu açlıkla karşı karşıya kaldı ve cesetleri yemeyi denediler, bu sırada Yunanlar kasabanın surlarının dışında denizde ele geçirilmiş olan altmış erkek ve kadını öldürdü. Daha sonra Yunanlar, Türkleri Anadolu'ya götüreceklerini söyledi ve kapılar açıldı; fakat Yunanlar kasabayı yağmaladı ve pek çok Türkü öldürdü. Daha sonra kasabadan beş yüz kadar Türkü bir gemiye bindirip Anadolu açıklarında ıssız bir adaya bıraktılar, burada da açlıkla karşı karşıya kalan Türklerden hayatta kalanlar bir Fransız tüccar tarafından kurtarıldı.
Yunanlar tarafından kuşatılan Navarin kentinin Türk halkı açlık çekiyordu. Sonunda, Türklerin güvenli bir şekilde Mısır'a gönderilmelerine karar verildi.19 Ağustos 1821 günü kentin kapıları açılınca, Yunanlar, Türklerin üzerine hücum etti ve kaçabilen 160 kişi dışında, yaklaşık 3000 nüfuslu kentin tüm halkı öldürüldü.
Katliam sırasında Müslüman mirası yoğun bir şekilde hedef alındı. Uzun yönetimi sırasında Osmanlılar çok sayıda cami, medrese, kervansaray, hamam ve diğer türden binalar inşa etmişlerdi. Mevcut araştırmaya göre, resmî Osmanlı kayıtlarında her büyüklükte yaklaşık 20.000 dini bina belgelenmiştir. Ancak Balkan ülkelerinin çoğunda bu Osmanlı mirasından çok azı hayatta kalmaktadır. Balkanlar'daki Osmanlı dönemi camilerinin çoğu yıkılmıştır. Habsburg'un şehri fethinden önce Osijek'in 8-10 camisi vardı ve bunların hiçbiri bugün kalmadı. Balkan savaşları sırasında kutsal şeylere saygısızlık, cami ve Müslüman mezarlıklarının imhası vardı. 17. yüzyılda Osmanlı Balkanlarındaki 166 medreseden sadece 8'i kalmıştır ve 5'i Edirne yakınlarındadır. Yıkım miktarı %95-98'di. Aynı durum pazar alanları, kervansaraylar ve hamamlar gibi diğer bina türleri için de geçerlidir. Balkanlar'daki büyük kervansaray zincirinden sadece bir tanesi korunurken diğer dört tanesinin belirsiz kalıntıları vardır. 1521'de Negroponte bölgesinde: 34 büyük ve küçük cami, 6 hamam, 10 okul, 6 derviş manastırı bulunuyordu.
5 Ekim 1821 günü Tripoliçe düştü. Şehrin düştüğü ilk anlarda Türkler vali konağında toplantı halindedir. Olayın şaşkınlığı ve panik halinin hüküm sürdüğü o saatlerde Türkler ailelerini korumak için evlerine koşmuş ve kapıları kapatarak oradan ateş etmek suretiyle kendilerini savunmuşlardır. Şehrin dışında sayıları 20 bini bulan ve kale kapılarının tamamının açılmasıyla şehre yayılan asilerden oluşan gruplar zorla evlere girerek içeridekileri öldürmüş ve ellerine geçirdikleri değerli eşyaları yağmalayarak, yakıp yıkarak ilerlemişlerdir. Tarifi mümkün olmayan bu katliam, görgü tanığı Yunan ve Avrupalı gönüllülerin anılarında çok ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Şehrin düştüğü Cuma gününden başlayarak Pazar gününe kadar, üç gün boyunca yaşlı, genç, kadın ve çocuk şehirde yaşayan Türklerin neredeyse tamamı katledilmiştir. Yaşanan katliamın korkunç sonuçları 1821 ve 1828 yıllarındaki iki Fransız nüfus sayımına da yansımıştır. İlk sayımda Mora’da 42.750 Türk’ün yaşadığı gösterilmektedir. İkinci sayımda ise tabloda Türklere ait bölüm boş bırakılmıştır. Çünkü hayatta kimse kalmamıştır.