Bu gece mum ışığından yangıyım.
Gittikçe eriyen ve eridikçe daha çok parlayan ışığım.
Bir kabın içine sıkışmış alev saçmaktayım.
Kaybolmamanın feryâdını sunmalıyım.
Ağustos böceklerine bu mevsimden haber uçurmalıyım.
Bana yardım etmeleri için ferman sunmalıyım.
Soğukta buz yargıtları geçiyor üstümden,
Ve irkilerek doğruluyorum bulunduğum yerden.
Yürümeyi unuttum desem,
Beni aydınlatır mı gölgem?
Peki konuşmaya mecâlim kalmadı desem,
Dile gelir mi aklımdakiler, bilemiyorum...
Bugün bir hikâye daha konuldu gönlüme.
Ömürlük desem ömrüm yetmez hâlime.
Bulutlardan bir gök mendil.
Akıtsam geçer mi maviliğinden bir mendil...
Kapılar arkası kesilmeyen uğultu.
Çınlamalar tuttu kulaklarımı ve uğultu.
Bu nasıl bir kâsidedir.
Ardı arkası kesilmeyen sestir.
Yavaşça aralanır kapı.
Görülür ardındaki yazgı.
Kalp buğulatır damarları,
Yavaşça akıtır bedenden gözyaşı.
İçeride iki kanarya.
Biri buz kesmiş bedeni kas katı,
Biri hasret kaplamış gözlerini ve de acı...
Suskun âvâre, dönüp durur bi çâre.
Çıkmak istese altın kafesten çıkamaz.
Varmak istese artık varamaz.
Hüzünlü nâmeler kanatlarında.
Her çırpınışı söyler vatan denen şey sevdâda...
Küçücük kalbi çöllere destan.
Kanarya dersin ya hani,
Bülbül gibi şakır meyân.
Havâdisler sunulur hâlinden,
Paramparça olur bu dervişten.
Meczup, Meczup olalı böyle Mecnun görmedi.
Mecnun, Mecnun olalı böyle yaratılış izlemedi.
Gözler şaşkın, kalp mütmaîn, dil ikrârını gizler.
Ve de yalnızca mısrâlar söyler..