Herkes hazza koştuğu kadar aşka da koşar bence, fakat aşkı taklit eden duygulara aldanır çoğu. Aşk sandığı şey bitiverir bir süre sonra.
Aşk bitmez, bitmemeli. Biten bir şey uğruna insanların hayatlarını, alışkanlıklarını, belki biraz kişiliklerini değiştirmesi, daha önemlisi hayatını berbat etme noktasına getirmesi akıl kârı bir şey değildir, olamaz.
Haz, tutku, şehvet başlı başına bir amaç olmak yerine aşka yardımcı duygular olmalı ve aşkın içinde yaşanmalı o duygular. Tersi bir durumda insan hep daha fazlasını ve daha farklısını istemeye itilir kendi benliği tarafından. Sonra zengin ve ihtiraslı insanların tüm zevkleri tatmak adına sapkınlığa düşmesi, örnek vermek gerekirse Beşir Fuad gibi ölümü merak edip ölmeye gitmesi fazlaca görülür etrafımızda. Tüm bu duygular aşk içinde olduğunda dengelenir ve tek bir kişide, tek bir varlıkta düzenli bir şekilde hüküm sürmeye zorlanır.
Ben bu düşünceyi/felsefeyi 7-8 yıl önce, üniversite yıllarımda, benimseyip bu şekilde yaşamaya çalıştım hep. Fakat aşkı yakalamak dünyanın en zor işlerinden biri olduğu için çok fazlaca uygulama şansım olmadı. Ayrıca aşk, biraz da süreç meselesidir. O süreci iyi değerlendirememek de her şeyi biraz zorlaştırır. Bu tür süreçleri de şimdiye kadar iyi değerlendiğim söylenemez.
Bir aşkın peşine düşmeyi bırakalı üç sene oldu. Karnı çok aç biri gibi deli divane olup yemek aramak yerine doymuşluğu yakalamış biri gibi damak tadıma en uygun yemeği bekliyorum, arıyorum yavaşça ve sabırla.
Burada bahsettiğim ''aşk'' günümüzde anlamı genişlemiş, her türlü duygusal yakınlığa isim olmuş aşk değildir. Bu anlattığım, bulunması en zor olandır, insanın kimyasıyla oynayan, vazgeçilmezliği hissettiren, bitmeyen bir şeydir. Burada bahsettiğim ''gerçek aşk''tır.