Güneşli , pırıl pırıl bir gündü. Yolcular yerlerini almıştı. Hızlı tren birazdan hareket edecekti . Ben de eşyalarımı yerleştirip, önceden ayrılmış olan dörtlü koltuklu ve masalı yerime oturdum. Burayı seçmemin sebebi daha geniş ve ferah olması hem de priz ve masa bulunmasıydı. Yanımda bir üniversite öğrencisi kız ve karşımda yine benle yaşıt sayılan iki tane erkek yolcu oturuyordu. Yanımdaki kıza da selam verip koltuğuma yerleşmeye başladım. Tren de hemen hareket etmişti bile. Karşımdaki yolcu ise benim yerleştiğimi bildiği halde istifini bozmuyor öne uzattığı ayaklarını toparlama zahmetinde bulunmuyordu. Bu sinirimi bozmuştu. Ters ters etrafa bakıyordum belki anlayıp toparlanır diye düşündüm. Sonra en iyisi kibarca uyarmak dedim ve “Biraz ayağınızı toplar mısınız” diye söyledim. Çok dikkat etmediğim yüzüne bu sefer dik dik bakmıştım. O an beynimden taşan akımla tüm bedenim sarsılmıştı. Karşımdaki bana bakıyordu ama gözlerinin buğusu her şeyi anlatıyordu. Yanında duran beyaz katlanmış bir baston..Beni görmüyordu. Trenin sesinden beni duymadığını anladığımda iyi ki duymadı derken , kendimden hiç bu kadar utanmamıştım. Derdim neydi önyargı nasıl bir kirli camdı. Gözümüze bir perde indiriyordu. Karşımda oturan yolcunun yanındaki arkadaşı onun refakatçisi sanarken daha net bakan bu gözlerin de görmediğini anlamam uzun sürmedi. Zaten az sonra sesli mesaj gönderdikleri özel telefonlarını da görmüş olacaktım . Görmek mi dedim ? Hiç bir şey göremediğim için , Asıl görenin göz değil basiret ve kalp olduğunu anlamam için çok mu geçti? Yolculuğun bitimine yakın bana nazikçe saati soran ferah yüzlü bu gençler gülümseyerek teşekkür ettiler. . Ben ise buruk bir rica ile başımı önüme eğdim...