Sevginin ne olduğuna ilişkin çok fazla seçenek var elimizde. Ama kanımca en uygun olan üzerinden ilerlemek istiyorum. Sevgi; içgüdü, duygu ya da akıl üzerinden açıklanabiliyor. Kimisi için hayvanî bir güdülenme, duygusal bir bağ ya da mantıklı bir insanlar arası ortaklık gibidir. Benim açımdan sevgi daha tinsel ve tikel bir konumda, hayvanlardan ziyade (hayvanlarda ruhun olmadığını düşünerek) insana dair iradî bir yönelim olarak görüyorum. Sevgi güdülenmeden ziyade yönelimdir diyebilirim. Sevgi, Tanrı'ya olan bağlılık ve özlemin Tanrı'nın ruhunu barındıran insanlarda kendini göstermesidir. Sevgiyi bu şekilde temele alırsak insanları sevmemiz gerekmiyor, ya da sevmeye ihtiyaç duymuyoruz. Duyuyorsak bunun adı da sevgi olmaz. İnsan neden kimseyi sevemez?.. Bunun için de yine pek çok ihtimal var. Sevemeyen kişinin kolektif ruhu (ben kültürel ve toplumsal karaktere böyle diyorum) zayıf olabilir. Ya da kolektif ruhun kendi aslını zayıflattığını hissediyorsa bundan dolayı ruhu zarar görüyor olabilir. Kimseyi sevemiyorsa, sevemediği tüm insanlar onun için birbirinden farksızdır. Aslında toplumun kolektif ruhunu dışlamıştır diyebiliriz. Fakat kendi kolektif ruhunu koruyamıyorsa asıl ruhunu yetkin kılması gerekir. Bunu yapmaması şuna benzer: Bir insanın soğuk havaya uygun giyinmediği için hipotermi geçirmesi. Kolektif ruh bu metaforda giyilen her türlü kıyafettir diyebiliriz.
Farklı bir şekilde ise insanların genelini sıradan olarak kabul edebilir, hatta farklı insanları ayırt edebilir. Yine de sevemeyebilir. Bu da kolektif ruhundan kurtulmuş insana karşı sevemeyen kişinin kolektif ruha hapsolması olarak betimlenebilir. Yani bu kez toplum değil kişi bazındadır sorun. Kendisine biçilen rolü üstlenmek zorunda bırakıldığında kolektif ruhun gözünden görmeye başlar. Ki kolektif ruhta sevgi bulunmaz. Yani o gözlükler toplumsal ilişkilerde daha çok alışveriş yönündedir. Sevgi insanların hem kendi hem de sevdiği kişinin kimliğini ayırt etmesidir. Yani kolektif ruhundan ayırt etmesidir. Zaten sorunun ikinci kısmı olan "Sevmek istese de neden hiçbir şey hissedemez?" kısmı kilitlidir. Çünkü insan hissederse sever, severse hissedecek değildir. Ki biz pozitif hislere sevgi ismini koyuyoruz, sevmeye bir his yükleyemeyiz. Sevmek dediğimiz şey yüzeysel bir ifadede sözgelimidir. Hissetmek her zaman söylenir ya da algılanır bir şey değildir. Hiç kimseyi bu veya geçmiş yaşantılarda meydana gelen zararlar sebebiyle genelleme ifadesiyle sevmeme mümkündür. Elbette ben ikinci ifadeyi iradî insanlar için kabul etmiyorum. Yani psikoloji öyle der: "Geçmişte yaşanan travmalar sebebiyle yaşanan bu zararın genelleme yoluyla herkese ithaf edilmesi" demeyi doğru bulmuyorum. Benim için esas olan kolektif ruh açışından ifade ettiğim şekildedir. Sıradan insanlar koşullanma olarak kabul edebilirler...
Bilince varana dek hayat güzeldir. Bilinçli olduğumuzda insanları birbirinden ayırt etmeye başlarız, bu sebeple pek çoğundan haz etmeyiz. Pek azına katlanır, pek azına iyi yönde bakarız. Kolektif ruhu terk ettiğimizde yetkin bir tıynete sahipsek sevgi zaten onunla birlikte kaybolur. Yani ismine sevgi desek de sevginin yerini daha uhrevî bir şey alır. Bu Tanrısal bir bağlılık veya sadakatten gelir. Ki Tanrı'ya kul olmak aslında kelime tanımıyla kölelik gibi görülse de kölelikten ziyade bağlılıktır. Bu durum tıpkı gökyüzüne hapsolmak gibidir tabiri caizse. Yani gökyüzüne hapsolursak özgür oluruz, Tanrı'ya bağlı olursak Tanrısal ve özgür oluruz. İşte bu bağlılık bize kolektif ruhlardan ayırt edilen insanları sunar. Yani Tanrı'ya ne kadar yakın olursak o kadar Tanrısal ruhlarla karşılaşırız toplum içinde. Ki sevgi insandan değil Tanrı'dan gelir denir. Yani Yunus Emre deyimiyle -Yaratılanı severim yaratandan ötürü.- diyebiliriz. Yine de sevemiyorsak, sevmeyi de hissedemiyorsak bunu insanlarla çözemeyiz. Kolektif ruhtan hariç olan tin üzerinden, ruh ve irade üzerinden kendimize odaklanmak doğru olandır. Kendimizi gözlemlemek, içimize dönmek gerekir. Kurallardan ve sınırlardan kurtulmak için ruhu ayrıştırmak denebilir. Bizi biz yapan toplum olsa da bu görünendir. Bizi biz yapan topluma verdiğimiz yanıtlardır aslında. İşte sevgi de buradan gelir. Tanrısal sorular cevap aramaz diyebilirim. Sevgi de cevapsız bir sorudur. Schopenhauer'ın adadaki iki insan örneğiyle bu uzun ve sıkıcı yanıtı bitirmek istiyorum artık. Birkaç filozofa sorulan bir sorudur bu: Adada birbirinden habersiz yaşayan iki insan ilk karşılaştığında ne yapar? deniyor. Saldırır, sarılır, şaşırır, kaçınır vb. pek çok yanıtı vardır filozoflar tarafından. Bu sorunun yanıtını kendimize vererek "Neden sevemez?" sorusuna dair bir ipucu elde edebiliriz. Bu iki soruyu ben soruyor olsam bu kadar uzun bir yanıta dayanır mıydım bilmiyorum. Aforizmalarla nasihat veren nutuklar da atabilirdim. Ama tercihen fikirlerimi olduğu gibi ifade etmek daha doğru geliyor. Umarım sonuna kadar katlanmaya değerdir.