Güzel şeyler duymaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir zaman dilimi içindeyiz şüphesiz. Göle atılan bir taşın oluşturduğu halkayı anımsatan düşünceler silsilesinden anlaşılan bu dönem de kurtuluş yok gibi. Yaşadığımız hayatta varlığı ile değil de yokluğu ile bizi endişelendiren durumların mağduriyetini yaşıyoruz. Bu yokluk; bazen adalet, bazen sevgisizlik, bazen de yeter sebepsizlik olarak kendini gösterip mutsuzluk oluşturmaya başlıyor.
Bizi yoksun duruma düşüren her ne ise, geride mutlaka tutunacak bir şeyler bırakmış olsa gerek. Yoksa insan hala saatte ortalama 3600 kez nefes almaya nasıl devam edebilir? Tutunamazsa insan, yuvarlanır gider, kendi oluşturduğu uçurumdan aşağı…Kimi parasına, kimi işine, kimi çocuğuna kimi de deliliğine tutunur. Arada yalanlara tutunarak, olmak istedikleri ama olmadıkları insanları anlatan kendi canlarına takılanlar da vardır.
İnsan, öyle bir dünyadır ki; deprem ve fırtınalarını hapsetmeyi çok iyi bilir. Bunu dış dünyaya aktarmak için kendine can simidi oluşturur ve tutunur. Güçlü olduğuna inanmaya başladığı andır o an… en acıyan yanını yok etmek ister. Bulunduğu zaman ve mekanın ötesine itmeye çalışırken duygularını, inandığı gücünden başka hiçbir şeyi de yoktur.
Her türlü zorluğa rağmen mücadele etmekten bir an olsun vazgeçmemek işte insanın tutunduğu gerçek gücüdür. Bazıları bunu mevki ve makam olarak tanımlasa da kendi zihninde; hiçbir sahiplik duygusu insanı güçlü kılmaz, aksine o kadar imkana rağmen hep daha fazlasını isteyerek asıl ihtiyacı olan şeylerden uzaklaşırlar. İşte yoksunluk da bu noktada başlar.
“İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruşundadır.” Diyen Tolstoy, belki de gerçek duruşun insanın kendi içinden aldığı güçten kaynaklandığını söylemek istemiştir. Sıçradığın yer, kendinden öte olduğunda seni anlatır. Mekanından ötesine sıçramak, nicel olarak büyütürken seni, niteliğinden çok şey kaybedersin, demiştir belki…
Anthony Robbins gücünü kendi içinden alan insanların beş ilkeye uygun bir hayat yaşadıklarını söyler. Peki hangisi tutunduğumuz ilke olabilir? Duygusal hâkimiyet, fiziksel hâkimiyet, finansal hâkimiyet, ilişki hâkimiyeti ve zaman hâkimiyeti…
Hakimiyetin hangisi bizi tutabilir bilmem ama, yaşamın amacının kaderi bilmekten geçtiğini söyleyen Bruno’nun yakındığı dönemi anlatan sözlerinden anlaşılıyor ki bu dönem hala etkisini yitirmemiş…
Kör hata, açgözlü bir dönem, aksi şans,
Sağır hasetlik, kepaze çılgınlık, kıskanç eşitsizlik
Kaba bir kalp, bozuk ruh, çılgın cesaret,
Temiz bir havayı benden gizlemeye yeterli olmayacak,
Gözlerimin önünde bir örtü olmayacaktır.
Çok değil, biraz öteye varmak, olanı aşmak kendine gelmek…