Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
BOZKIRIN TEZENESİNE SAYGI İLE - Sözümoki
25 Eylül 2016, Pazar 16:20 · 411 Okunma

BOZKIRIN TEZENESİNE SAYGI İLE...

Neşet Ertaş, yıllardır "Bozkır'ın Tezenesi" sıfatıyla anılıyor. Ona bu sıfatı veren Erdoğan Atakar, o günlerde yaşadıklarını ilk kez burada okuyacağınız yazısında anlatıyor...

O yıllarda Karaköy'de, Haliç'in kıyısında bir büroda çalışırdık, Karaköy köprüsünün gözünün içine bakan bir dördüncü katta. Gerilerde Haydarpaşa, Topkapı Sarayı...

Sabah büroya ilk giren emektar Grundigin tuşuna basar, Ankara Radyosundan alınmış bir makara bant dönmeye başlar, odayı efkarlı bir ses doldururdu; karadır bu bahtım kara... Ardından öbürleri gelirdi; kendi edip kendi bulanlar, seher vakti çalınan yar kapıları, çıkagelen gözleri sürmeliler, yine bir laf duyup beli kırılanlar, görülmeyi görülmeyi ne güzel olan güzeller, iki baş bir yastıkta uykuyu neyleyen gözler, gelinlerin geçtiği köprüler... Sonunda "Biter Kırşehirin gülleri biter" der, bitirirdi. Sabahtan akşama, bittikçe başa dönülen bu bant dönüp dururdu o işhanının dördüncü katında, o yıllarda, Haliçin kıyıcığında.

Bir gün, arkadaşlarımızdan biri Unkapanı'nda çalışan bir arkadaşından aldığı bir mektubu getlrdi. Yugoslavya'nın bir mapusanesinden yollanmış, plakcısına bir ricasını ileten bir mektup. Mektubun altındaki imza Neşet Ertaş'tı. Yaşar Kemal'in bir kitabını alıp -yanlış hatırlamıyorsam, Üç Anadolu Efsanesi- ön sayfasına "bozkırın büyük tezenesine geçmiş olsun" yazıp imzaladım; Erdoğan Atakar, sonra da öbür arkadaşlarım imzaladılar, yani Erdal Taşçıoğlu ve Ömer Köseli ve Nejat Kutsal ve Hüseyin Atasoy... Yolladık kitabı Yugoslavya'nın mapus damına. Aradan bir süre geçtikten sonra Ertaş'tan bir mektup aldık; teşekkür edip, "İstanbul cennetinde buluşmak üzere" diye bitiriyordu. Aradan uzun bir süre geçti. Ses soluk çıkmadı Ertaş'tan. Makara bant dönüp duruyordu.

Bir gün gazetelerde bir ilan çıktı; Neşet Ertaş Çakıl Gazinosu'nda. Bir sepet çiçek yolladık ilk akşamında programın. "Bozkırın Büyük Tezenesi, İstanbul Cennetine Hoş Geldin" yazılı bir de kart iliştirdik. Altında aynı imzalar: Erdoğan, Erdal, Ömer, Nejat, Hüseyin. Akşam da soluğu Çakıl'da aldık. Geç vakit sahneye çıktı. Perde açıldığında sağ yanında bizim çiçek sepeti duruyordu. Eğildi, mikrofona, "aranızda dostlarım var, ilk türküyü onlar için okuyorum" diyerek bir uzun havaya girdi. Bizim masada herkes ayağa fırlamış, çığlık çığlığa... Program sonunda gidip onu kuliste buldum; ertesi gün buluşmak üzere sözleştik.

Onun Çakılda program yaptığı o sürede sık sık gidip onu dinledim. Program sonrası beraber çıkar, bir yerlerde yer içer, konuşurduk. Daha çok o konuşur, ben dinlerdim; zor geçen çocukluk yılları, baba Muharrem Ertaş, Sayın Nida Tüfekçi...

Bir seferinde "Neşet, geç vakit sahneye çıkıyorsun, herkes sarhoş, programa bir uzun havayla girip on onbeş dakika uzun hava okuyorsun; o kafayla dinleyemiyorlar, dikkat dağılıyor. Uzun havayı kısa kesip, kırık havaya geçsen daha iyi olmaz mı?" demiştim. Cevabı hiç unutamam: Ben bir uzun havaya girince, beş dakikada çıkamam ki.

Bir akşam eve davet etmiştim; kabul etti. Akşam gel beni stüdyodan al dedi. Tünelden çıkınca, biraz ilerde, sağda bir binanın üst katlarından birine çıktım. Kapıyı açtılar, camlı bir bölmenin arkasında son türküyü okuyordu: Haydar, Haydar (yanlış anlaşılmasın, hani şu melanet hırkasını giyen Haydar). Çıktı geldi, "bunu niye söylüyorsun" diye söylendim. "Kırk plaklık (aklımda yanlış kalmadıysa) bir anlaşmam var, napıyım?" dedi. Onun arabası da benim ki de o zamanlar Evlendirme Dairesi olan yapının karşısındaki parktaydı. O yıllar onun burunlu, benim de burunsuz birer Volswagen'imiz vardı. Onun arabasını ben kullanarak eve geldik. Hazırlanmış masaya kafasını koydu, koyuş o koyuş. Ben de tuttum, onun bandını koyup bantçalara, kadehimi doldurdum. Son türküye gelmiştik, kafasını kaldırdı:"Ben bunu da mı okumuşum?" diye sordu: Biter Kırşehir'in gülleri biter. Kalktı, bir güzel oynadı. Bir iki lokma aldı mı almadı mı masadan kalkıp, geçtik oturduk. Vakit geceyarısını çoktan geçmişti. Aldı sazı eline -ben şelpe lafını o günlerden 15-20 yıl sonra duydum sanırım- tezenesiz o güne kadar duymadığım mistik, dini havalar çalıp söyledi, usul usul. Sonra da sazı odanın duvarına asıp, binip arabasına gitti. (İki gün sonra geri götürdüm sazı elbette.)

O program, Çakıl'daki program bitince, Ertaş İstanbul'dan gitti; bir daha da görüşmedik

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Bir hatipte mutlaka olması gereken özellik sence nedir?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.