Bir kadın varmış. Sevgilisini ölümüne severmiş. Rus imiş bu adam. Kaçak gelmiş ülkeye. Ve kadınla "kağıt üstünde" evlenmek zorunda kalmış. Kadın o kadar mutluymuş ki, havalara uçmuş. Sevgilisinin onu aldattığını bilmeyerek... Gelinliğini özenle seçmiş, gelinlik o kadar güzelmiş ki; Kim giyse cennetten gelen melek kesilirmiş, Kim giyse her kusuru örtülür imiş !Bembeyazmış bu gelinlik. Üzeri gerçek incilerle kaplıymış. Evet, bu kadın İstanbul zenginlerindenmiş. Fakat sevdiği adam uğruna ailesinden vazgeçtiği için bütçesi sınırlıymış, tüm varlığını düğün masraflarına harcamış. Düğün sonrası küçük bir ev almışlar. Yıllar geçmiş aradan. Kadının iki çocuğu olmuş. Fakat kocası bu kadını dövüyor, aldatıyor, çocuklarını dilendiriyor imiş! Evde boş bir oda varmış. Bu odada bir dolap varmış. Dolap kilitliymiş ve o güne kadar kimse açamamış. O zamana kadar kadın hep o odaya gelir, sigara içer, bileğini keser, alkol kullanırmış. Yerler hep kan olurmuş , oda sigara kokarmış. Fakat ertesi gün, hep oda kendiliğinden temizlenir imiş. Kadın böyle şeyler yaptıkça, bu işlem devam edermiş. Bir gün bu kadının kocası akciğer kanserinden ölmüş. Kadın ailesinin yanına taşınmak üzere eşyalarını toplayacakken o esrarengiz odaya girmiş. Odanın içindeki hiç açılmayan dolabı açık görmüş. İçine baktığında eski gelinliğini bulmuş. Eskisi kadar güzel değilmiş artık bu gelinlik. Sigara dumanları sinmiş üstüne, kan lekeleri , alkol lekesi, gelinliğin üzerindeymiş hep. Kadın önce şaşırmış, fakat sonra anlamış. Odanın her gün kendiliğinden temizlendiğini sanıyorken tüm pisliklerin en güzel gününü unutturduğunu. Ve sonra demiş ki , Ben kaderimi bilmeyerek te olsa kendim bu hale getirmişim, tıpkı gelinliğim gibi! -Lara Hayes