Gülmek...
Dedi çocuk.
Güneşin yansıdığı o mâsumâne ışık.
İşte mutluluğum demesi, o gelen aralık.
Ne oluyor böyle can içim?
Hangi cevher parlıyor yanaklarından?
Hangi su sesi sana yansıyor?
Hangi ovalar senin için koşuyor?
Hangi yaprak kımıldıyor o an gözlerinde?
Hangi rengini sana veriyor?
O billur sesin nereden geliyor usul usul.
Bunu anlaması güç, inan...
İnan zorâki olan şeyi meylediyor gönlüm.
Bir pencere açmalıyım yanaklarından.
Belki çukur olur da saklanırım,
Gömülürüm o âhenkli rüzgarlarından.
Tebessüm ediyorum sana bakarken.
Işıldayan gözlerine bir daha sürülüyorum.
Çekiliyor kirpiklerine siyah meskenler.
Dur diyorum, yapma!
Senin mutluluğun benim.
Ben geldim.
Senin için sana dökülmeye geldim.
Belki yüzüne kahkaha vurur da,
Mesken tutmaz bu rûhun demlere.
Belki bülbüllerin ötmez.
Ama bilmelisin ki onlar da âşıktır güllerine.
Güller açılıyor can içim.
Bülbülüm gidiyor diye üzülme!
Güller de âşıktır ya bülbüle.
Sesine varmaya çalışır her seherinde.
Sen gölgeni kahkahana düşürme!
On bir ayın sultânı,
O ayda buluşuruz sen isteyince.
Zâten açmaması sevdâdan değil midir?
Senin sesini duymak için bekler üç mevsim.
Zâten açmayınca sesini sevmez mi?
Belki de aşkını körüklemek için uzaklarda uçar.
Belki de daha büyük sevda olsun diye bekler,
Akşam, sabah...
Son sözünü sana söyler.
Yemîn ederek gider başka bahâra.
Yemîn ederim senin üstüne gül koklamam.
Sana yas tutar, gönlümden sana meylederim.
Sen olana kadar sana gülerim.
Ama başkası yok Bülbülün Gülü.
Başka gül yok.
Bir dikenine sarılır, öyle uçar giderim.