Dalıp gittiğim yerde bir şehir vardı, herkesle karşılaşırdım da bir tek kendimi bulamazdım.
Başkaydı dağıttığın pembe karanfillerin gönlümü fethedişi… Hayat çok başkaydı.
Aklımı uçurumdan atıp kaza süsü vermiştim yarımdı o günden sonra aklım… Biri de zaten dünya hâlinde kalmıştı.
Beni gördünüz mü bilmiyorum ama sizi gördüm ve artık tanımak istemiyorum. Çok yabancısınız hiçbir gerçekliğiniz yok, gözlerimi de yaşartmıyorsunuz adınız da sevgi değil sanki…
Umut da kokmuyorsunuz hiçbiriniz. Çocukken inandıklarıma bunları eklememem gerektiğini bilseydim öncelikle unutmayı yerleştirirdim.
Beni hak etmeyen insanları unutur, kendimi baş tacı eder sevilir sonra seven olurdum.
Çıkar ilişkisiyle birlikte hayatın düzenine inceden inceye söven olurdum.
Bilmem ki yıl 2005 yılı mıydı içten gülen tozpembe bir hayat vardı…
Gökyüzüne bakardım ben de, yıldızlarla dans eder gökyüzüne uçar yeryüzüne inerken kelebek olur rolleri değişirdim…
Hayır, sadece 2005 yılı değildi. Yıl çocuksu sevmeler yılıydı… Her şey gözüme başka görünürdü, ben de sizin gibi masum severdim.
Hiçbir art niyeti büyütmeden, kin gütmeden, kırılmadan… Sadece severdim. Sevmeyi unuttuğumuzdan beri takvimler değiştirmediler geçen zamanı…
Öylece kaldılar yerlerinde tövbe ettiler değişmemek için, yağmur da yağıyor bu gece…
Umutlarımı giydim de geldim. Biliyorum yarın başka bir gün olacak, inanırsam eğer…
Hiç kimse okumaz mıydı görmez miydi yazmaz mıydı çizmez, ya da sevmez miydi delice?
Neden her şey birdenbire bu kadar yalanın ve sahteliğin içine gömülüvermişti birden?
Sorduğum sorular kadar yaşlanıyor ve unutuyorum orijinalliği gitmesin aklımın…
Doğru, ben onu severken atmıştım yarımdı aklım… Bilir misiniz? Uçurtmanın tek temennisi güneşi yakından görmektir, o yüzden uçarken bir yanı aslında insan bir yanı sevgi bir yanı da bebektir…
Uçurtmanın kaderinde varsa bulutu görmek, bu güneşe ereceğine dair umudunu içinde yeşertmekten vazgeçmediğinin göstergesidir. Bir uçurtma kadar olamadık be!
En ufak bir olumsuzluk, en ufak bir yanlış ve haksızlıkta pes etmek niye? O uçmaktan vazgeçti mi? Vazgeçirmeye çalıştık, uçurtmayı uçurmadan hayallerimizi çöpe attık. Gömdük geçmişi ve yarınlarımıza dair umutlarımızı… Korktuk!
Yeniden güvenip yeniden birilerini bağrımıza basarsak hayat yarılanırdı belki… Şu körpe inançlarımız ne yanlışlar yaptırdı bizlere! Dostlarımızı kalleş sandık ipin ucuna getirip sallandırdık. Sonra da ahlarımızı vahlarımızı biriktirip geçmişten salıncak yapıp sallandık…
Herkes koca bir yalancı olduğunu kabullense bitecek külliyen yalanların hepsi! Çok sevdiğimiz ve karşılığında yalnızca kendimizle karşılaştığımız için nefret ettik. Nefreti böyle tanıdık…
Derdim ki; “Büyümek, diş düşürmek yerine; düş düşürmektir…” Sonra dönüp baktım ve dedim ki; düşürdüğün düşleri tutamıyorsan büyümek yalnızca bedenen seni geçerli kılar mühim olan düşürdüğün düşlerin içinden yepyeni düşler yaratıp onlardan maneviyatını geliştirecek olanların anahtarını içinde tutup yüreğini büyütebilmendir… Yüreğinizi sevin…
O sadece yaşamak için bahşedilmemiş ki… Yüreğinizde olanları da sevin; kızın, sövün ama bilin ki kızgınlığın olmadığı yerde duygular yalnızca can çekişmektedir.
Ben papatya çiçeğini çok severdim çocukluğumdan kalmış demek ki… Hâlâ yüreğimde umutlar kımıldamaya başlayınca papatya çiçeklerinin arasında hissederim kendimi…
Seviyor sevmiyor fallarından medet ummadan onları yaşar, bir de kendimi bilirim.
Gördünüz mü beni? Kendimle tanıştığımda kim olduğumu unuttum. Öncesi ve sonrası denilir ya hani, sanki öncem de yoktu.
Uçurtma uçurmak istedim bu hiçbir zaman mümkün olmadı. Hep içimde kaldı uçurtmanın hayali…
Onu güneşe kavuşturamamanın acısını yaşadım yıllar boyunca. Bir gün onu güneşe kavuşturursam kendimi de umut dolu sabahların koynuna atıp huzur bulacağım.
Gidenin dönmüş olması; sizden çalar… Çünkü o eskisi gibi değildir ve siz de değişmişsinizdir…
Alay etti benimle hüzünlerin busesi, öyle bir öpücük kondurdular ki bahtıma; Ayrılık, “Sana gelmeye dünden razıyım” dedi…
Oysaki ben ayrılıkların ve kırgınlıkların çocuğu değildim. Sevgi ekmiştim ölümsüz bahçeme…
Durdum ve karşıma çıktı ışıklı yollar, kendimle karşılaştım. Yağmurun sesi değildi duyduğum, yağmurun şarkısıydı…
“Dön bak hayatına, gideri var geliri yok… Onu canlı kıl, umut varsa dönüş yok!” diyordu…
Bu şarkıyı herkes anlayamazdı. Öptüm kaderimin elinden, “Peki” dedim, bir şans daha vermek ise bana niyetin, bunu layıkıyla yerine getireceğim ama bir şartım var; ne olur uçurtmanın kaderini değiştirme bırak güneşe gitsin bırak özgür olsun ve bana izin ver içimde kalmış dünlerin adına onu yarınlarımda uçurayım…
“Peki” dedi kader “Peki…” Gözlerimden sevinçle birlikte hasret yağmurlarının bereketi geçti.
Güneş açtı mı sahiden?
Uyuyasım bile yok senin yokluğunun ömrümü işlediği saatlerden beri. Geceler ıslak satırlarımı arasına gizlenen hayâlinle dolu . Dua ekliyorum her cümlenin sonuna 'Amin'yazarak, "Amin" Deyip sessizce susarak.
Ben seni sırf yazı yazayım diye değil,Allah dua sayar belki kabul eder diye işledim seni ilik ilik boş sayfalara.
Yazmak kesmez oldu artık, yazılarımı yaşıyorum ben!
Eyy Meâlim,
Bütün yazılarıma sebep ettim seni, Hakkını helal et ...