Mesafeler aramızda her daim geçerli olan bir oyundu. Sonu gelmeyen bir oyun. Belki de uzun soluklu bir oyun. Onu fiziksel olarak hissetmiyordum ama ruhu kalbimin üstündeydi. Sevdiğim adam uzağımdaydı ama aslında çok yakınımdaydı. Yaklaşamamak, yaklaştığında dokunamamak, dokunduğunda sarılamamak... Aşk buradaki bir kaç satırda gizliydi.
Yıldızlar parlıyordu,
7810 kilometre uzakta.
Yıldızlar parlıyordu,
Kilometrelerce yakında.
Ve mesafelerin ardındaki adam, o büyülü masalı anlattı.
Yıldız tozu masalını.
Yıldızlar her saniye daha çok parlıyordu.
Buz prensi yıldız ışığı altında eriyor, masal sona yaklaşıyordu.
Ve bir yıldız kaydı...
Ardından bir kaç toz döküldü, yıldız tozu...
Bir kar tanesi kadar hafifti.
Ve gökyüzümden gezegenime düşüverdi.
Ve bir yıldız daha kaydı.
Bir tane daha..ve binlercesi...
Ne çok yıldız vardı.
Binlerce toz vardı.
Kirpiklerimden ayak uçlarıma kadar tozlanmıştım. Tozlar beraberinde soğuğuda getirmişti. Gözlerimi açtığımda Aras ayakta dikilmiş bana elini uzatıyordu. Ve ekledi "Kar yağıyor. Gidelim."
Kar...
Gözlerim avucumda sımsıkı tuttuğum toza gittiğinde, avucumda birkaç kar tanesinden başka hiç bir şey yoktu.
Kar toza dönüşmüş,
Masal bitmişti.
Buz prensi ise erimişti...