İçsel hesaplaşmalarım bittikten sonra meseleleri muhattabına iletmek gibi belki sıradan, kimine göre gereksiz, kendimce garip bir huyum var. Hissettiğim her neyse muhattabına iletmeden rahat edemiyorum. Yorulurum , kırılırım, defalarca kendi içimde mahkemeler kurar her seferinde karşı tarafı haklı çıkaracak bir bahane bulurum. (Ha yine de affedemediklerim de var tabi; onlara görünen yüzümün kalbi yok. O da uzun mesele şimdi dalarsak çıkamayız . )Kendimden olan kısmın telafisi için misliyle çabalarım. Ancak çoğu zaman tek taraflı kalır bu telafiler. Kendimden fazla fazla verince düzeleğini zanneden bir saflığım olur genelde. Her ne kadar aklımla bilsem de esas olanın denge olduğunu, kalbime bir türlü öğretemedim o işin doğrusunu.
Bildiğim en iyi şey kaçmak; çoğu zaman kendimden... Her kaçış hikayemde yine bir dönüş yolu bulup ortadaki problemi çözmek için mücadeleye giren de benim ama .. Cesur bir korkağım anlayacağınız... Bazen çözülmüyor işte , ya da çözüm yolu küle dönmekten geçiyor. Lakin bir şey daha farkettim anka misali doğuyorum küllerimdem her bitişimin ardından. Hiç dağılmamışım gibi, hiç kırılmamışım gibi sarılıyorum hayata. Bir sonraki dağılışa kadar tabi... Her darma dağın oluşum da öncekinden daha sancılı oluyor ne hikmetse; çok şey bilen ama aynı zamanda bilmenin hiçlik olduğunu kavramış bir bilge gibi... Neyin nasıl olacağını bilmek o şeyi yaşamayı önlemeye yeten bir öğreti değil anlayacağınız...