Sana mesajım yok. Kendimde derinliklerimde, karanlığımda kayboluşum.... Kendi derinimden korkuyorum. Kapının önünde voltalar atıyor, itmekle itmemek arasında gidip geliyorum. Kapının ardındakilerden, yıllardır örttüklerimle karşılaşmaktan, yüzleşmekten korkuyorum. Kulağımı kapıya yaslıyorum, ellerim titriyor. Unutmaya çalıştıklarımın sesleri geliyor. Aşklarım, cüzzamlı hastalar gibi tecrit edilmiş yaralarım, korkularım, utandıklarım, affedemediklerim...Ya nefesim sıkışır, sessiz cıglıklarım ses bulur, kulaklarımı sağır eder yok olursam? Onlar yokmuş gibi yaşarken de yok olmadık mı? Belki de ben yok olurken, sen bir şeyler bulursun. İşte bunun için kapıyı açmak, rutubetli duvarların arasında kalmak, parçalarıma ayrılırken sana ses vermek. Belki hiç okumayacaksın, güleceksin, kapılarını daha sıkı kilitleyeceksin. Bunu senin için değil, kendim için yapıyorum. Ve biliyorum ki yalnız da ayağa kalkabilirim, o odalardan bu kez tek bir ‘ben’ olarak çıkabilirim. Kapı gıcırdayarak açılırken, soğuk bir nefes beni içine çekiyor.
Sen mi benim için tehlikelisin ben mi senin için? Tehlikenin adını beraber koyalım. Kaybolur muyuz birbirimizin içinde, kokusunda, yok olur gider mi yüreğimin kuytusunda biriktirdiklerim. Sonunda acı mı çekeriz? Neyin garantisi var ki yarınımızın olsun. Yarından korkup bugünü yaşamamak marifet mi?