Oysaki birbirleriyle o kadar çok tartışır ve çekişirlerdi ki yine de güdüleri onları anlaşmaya yönlendirirdi. İçgüdü insanın kendinden taviz verme biçimiydi, pek çoğu bir ihtimale sığınarak diğerinin peşinden koşardı arkadaşlık sevdasıyla. Koşuşturmaca içinde çok fazla düşen oldu, pek çoğu yardıma muhtaç kaldı. Fikirlere ters düştüler her şeyden önce, peşinden koştukları da destekledi onları. Sevinçten benlikleri ihtirasa ve gurura doydu, sonunda benliklerinin taşkınlığında boğuldular. Şimdi ne zaman o ihtimalin umuduyla yanıp tutuşan o gölge olmaktan ya da kovalanmaktan yorulsalar, bir gece vakti "Nasılsın?" sorusunun saçmalığı ve neyi kastettiğini akıllarına getirseler... Düşünen bir insan arıyorlar. Fikirleri kovmuşlardı hayranları için, şimdi düşünür onlara şans verir mi? Birbirleriyle ilişkiler kurmaya çalışırken yaralanmış ve düşünüre bile saldırmış o aptallar ikinci şansı hak ediyor mu? Hâlâ ilişki zannediyorlar bunu. Ne şans ne de kırgınlık yoktur düşünürde. O ilişki kurmaz, gelen yolcudur ve misafirdir. Onu kabul etse de, ona değer biçmez. Kabulü Tanrıdandır. İnayeti de öyle. Terk edilmişlik hislerinizi kendinize saklayın. Bu yolda sadakat esası yoktur. Hele ki cinsel ilişki gibi ihtirasî ve aşağılık güdüler için hayran olmak ve hayran olunmak hiç yoktur. Hiçbir zaman da olacak değildir. Onların arkadaşlarını listeleyin, hepsinin sessizce bir beklenti içinde sabrettiğini göreceksiniz.