Bunca yıldır köyümden başka bir yer görmedim ben. Kasabamızın adını bile, babamın getirdiği pazar poşetlerinde yazılı olan adreslerden ezberledim. Kışları köy yolu kapandığından ormancının dağ aracıyla gittiğim okulla, muhtarın traktörüne binip sabahın seherinde yada gecenin köründe civar tarlalara gitmek için yola çıkmışlığım var sadece. Ama biliyor musunuz?, ben aynı zamanda her yeri gördüm. Okuma yazma öğrendikten sonra, kıymetli öğretmenim sayesinde görmediğim, bilmediğim birçok şehre gittim. Önce; Yaşar Kemal, “İnce Memed” ile Adana’yı tanıdım. Bereketli topraklarını, yemyeşil dağlarını, pamuk tarlalarını yanı başımda buldum. Sonra Victor Hugo’nun, “Sefiller” ile fransız sokaklarını gezdim. Parlak ışıklı güzel şehrin aslında herkesi eşit aydınlatmadığını, sefaletide yaşattığını izledim. Dostoyevski’nin , “Suç Ve Ceza” sı ile ölüm soğuğunun, Rusya’nın soguğundan bile daha keskin olduğunu iliklerime kadar hissettim. Ernest Hemingway’den “Yaşlı Adam ve Deniz” ile, taa Küba’ya kadar uzandım. Ekmek parası için denizle balık kavgası yapan Santiago’nun zorlu mücadelesine tanık oldum. Bunlarla sınırlı kalmadım tabii. Betty Mahmoody ile birlikte sınırımızda olan İran’a da uğradım. “Kızım Olmadan Asla” diyen bir annenin koca ülkede nasıl yalnız ve çaresiz bırakılıp korkutulduğuna buna rağmen sonsuz mücadelesine şaştım kaldım. Daha bir bu kadar sayamadığım ama gittiğim nice ülkeler hikâyeler ve kahramanlar var. Kimisiyle acı, kimisiyle tatlı bir sonla vedalaştık ama ayrılmadık. Kimisine çok kızdım kimisini çok sevdim. En önemlisi hepsinden çok şeyler öğrendim. Şimdi her biri, kerpiç evimin sergeninde duran yüzlerce sayfalık kalıcı misafirim...