Bitmiyor değil mi acılarımız, atamıyoruz kemiklerimize kadar işlemiş olan bu acıları. Biri bitmeden öteki geliyor, ötekini sindiremeden bir sonraki..
Sanırım acının olayı bu, peşimizi bir türlü bırakmıyor kahrolasıca.... Kilitli kapılarımızı tek tek yıkarak ortak oluyor tüm sırlarımıza, iğrenç bir kahkaha eşliğinde salıveriyor tüm korkularımızı karanlığın ortasından. Kardeşim tamam dünyaya hep mutlu olmaya gelmedik de bu kadar acı da yetmez mi? Mutluluklar bu kadar az iken neden acılar içinde boğuluyor ruhlarımız? Neden her sabah gözlerimizi açtığımızda "dayan ruhum, bugün de dayan!" diyerek kendimizi avutma çabalarına girmek zorunda kalıyoruz? Anlayamıyorum, ben artık hiçbir şeyi algılayamıyorum. İmtihan mı bu kadar zor olan yoksa bu imtihanı zorlaştıran insan denilen varlıklar mı?
Zihnim yıllardır bir oyun oynuyor bana,
İçinden çıkamadığım iğrenç bir oyun...
Gözlerimi kapattığım an başlıyor bu oyun,
Rüya görünümlü kabuslar sarıyor beni çepeçevre,
Kalbimi saran kaburgalarım bir anda parmaklıklara dönüşüyor.
Kalp atışlarım deli bir kadının parmaklıklara vurma sesleri oluveriyor.
Nefes seslerim zindanıma çığlıklar olarak nakşediliyor.
Ya ben gittikçe deliriyorum ya da bu acılar benimle dalga geçiyor.
Acaba hiçbir sorunu yokken bir anda deliren insanları bu duruma sürükleyen şey ne oluyor? Bence insan yavaş yavaş delirir fakat bunu fark ettirmek istemez. Belki de kendileri bile bunu anlayamaz. Evet her insan acı çeker fakat çoğu kişi ne yazık ki bunu kaldıramaz. Kimileri acıları ruhuna nakşederek onlara sahip çıkarken kimisi onları elinde tutamayarak ruhundan taşmasını boş gözlerle izler. Biriken tüm acılar bizi bir adım daha deliliğe iter ve ruha damlayan son acı ile tüm kırılma noktalarımız paramparça olur. İşte o zaman soyutlanırız insanlardan, üzerimize yapışan bir "deli" damgası ile...
Her günün sonunda aynı yere çıkmaya başlıyor yollarım,
Akıllı bir insan olmaya bir adım önde, deli olmaya bir adım gerideyim.
Gerçi kime göre belirleniyor bu ondan da bi' haberim ya,
İşte sadece robotlaşmış sıradan insanlardanım.
Dünyanın dayattığı sıradanlığı giymişim üstüme,
Kışın kabanıma sarılır gibi sarılmışım işte
Sorgulamadan yaşamaya alışmışız ki,
Meğer asıl deliliği biz sahiplenmişiz.
Acılarımız bile sıradanlaşmaya başlamış dostlar. Nereden geldi, nereye gidiyor bu demeden "acı geldi, çekmek lazım" diyerek kabullenmişiz. Sorgulamamışız gelişini ve giderken götürdüklerini. Hele hanemize kattıklarını saymıyorum bile. Dedim ya alışmışız işte "dayan ruhum!" demeye, kapatmışız gözlerimizin perdelerini sonuna kadar! Ne acı yaşamayı unuttuk, en başta sorgulamayı. Ne acı yaşayamadan yanından geçip kaybettiğimiz günlerin acısı...
Dayan ruhum!
Dayan benliğim!
Bak bir acı daha geliyor sinemize doğru
Olsun, bunu da atlatabiliriz biz!
Olsun, daha kötülerini de gördük biz!
Bir insan nasıl, ne denli büyük acıları sinesine kabul etmiş olabilir ki gelen acıyı "bu büyük, bu küçük" diyerek sınıflandırmaya başlar olmuş? Aklım almıyor, kalbim kabullenemiyor. Şuan nefeslerimin sesleri kaburgalarım da çığlık olarak büyük bir sızıyı peydahlıyor.
Dayan ruhum!
Sen neler gördün, neler geçirdin!
Koca bir yangının ortasında cayır cayır yanan alevleri yendin!
Şimdi karşında bir kibrit çöpü yanıyor.
Tüm nefretin ile üfle ona!
Üfle ki görsün küçüklüğünü,
Üfle ki boyun eğsin senin gücüne,
Merhamet dilensin kalkanının önünde,
Acizliği ile yok olsun ruhunun derinliklerinde!
Acaba nereye kadar dayanacak ruhumuz bu acıları bertaraf etmeye? Nereye kadar güçlü kalacak kalkanı kaçmaya çalışan acıların içinde? Kudretli bir kral gibi korumaya çalışıyoruz krallığımızın surlarını acılara karşı. Savaş elbet bir gün bitecek de acaba kim kalacak geriye?
Kral askerlerinin tek tek ölümlerini görerek kendi kılıcı ile mi yazacak sonunu yoksa havaya mı kaldıracak o kılıcı zafer naraları eşliğinde. Hayatta en çok merak ettiğim sorulardan biri de bu işte...