DEMİRKIRAT
Geçtiğimiz Cuma günü, 27 Mayıs 1960 darbesinin 62. Yıl dönümüydü. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 27 Mayıs günüm hüzünlü geçti. O günlere yakından tanıklık etmiş gibi hissederim hep kendimi. Çünkü kendimizi bildiğimiz bileli evde hep bir ‘Menderes’ muhabbeti olmuştur.
Annem ve babam o günlerde küçük birer çocuk olmalarına rağmen hüzünle anlatırlar. Darbe günlerinde yaşadıkları zorlukları, Adnan Menderes ve dava arkadaşlarının şehit edildiklerinde iki dedemin de ne kadar büyük üzüntü duyduklarını dinleyerek büyüdüm. Menderes’in adının anılmasının dahi yasak olduğu dönemlerde dedemin, dükkânında asılı olan Kırat ve Adnan Menderes fotoğraflarını ne pahasına olursa olsun kaldırmadığını ve davasından hiçbir zaman vazgeçmediğini babamdan hep gururlanarak dinledim.
Her yıl aynı gün kendi kendime: “Biz o günleri görmeden bu kadar üzülüyorsak kim bilir büyüklerimiz ne haldedirler!” diye geçiririm. Tek tesellileri belki de memleketleri için şehadete yürümeleriydi.
Başlığı niçin ‘Demirkırat’ şeklinde yazdığıma gelince; 1946 yılında gerçekleşen seçimler ile Türkiye ilk defa demokratik bir tavırla oy kullanmış ve Demokrat Parti’yi iktidara getirmiştir. Ülke insanına demokrasi kavramı yabancı olduğu için ve demokrat olmanın bilinci henüz yerleşmediği için; sağ cenahtaki Türk halkı her zamanki özgün tavrıyla kendi kavramlarını oluşturmuş ve hangi taraftan oldukları sorulduğunda: “Demirkırat” olduklarını söylemişlerdir.
Bunlardan birileri de babamın dedesi ve babaannesi.. 1946 yılında ilk kez oy kullanmaya gittiklerinde büyük babaannem büyük dedeme dönmüş ve Rumeli şivesiyle: “Hey! koca adam biz de demirkırat mıyız?” demiş. Büyük dedem de doğal olarak sinirlenmiş ve Arnavutça saydırmış, söylenmiş. Bu da yine çocukluğumdan beri babamın anlattığı ve her seferinde de güldüğümüz bir aile hatıramızdır.
Üniversite yıllarımda bu konu üzerine araştırmalar yapmıştım. Nuriye Akman’ın “50 Kelime Adnan Menderes’ten Berin Menderes’e Yassıada Mektupları” adlı kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. Birçok şey belgelerle ve fotoğraflarla anlatılıyordu. Hele o naif başvekil ve arkadaşlarına yapılan zulümler, okudukça ve fotoğraflara baktıkça beni daha da kahretmişti.
Subayların ve gardiyanların uyguladıkları işkence ve hakaretler, mahkûmların (!) ailelerine hasret bırakılmaları, arada bir mektuplaşma izni olduğu ve bunların 50 kelimeyi geçememesi, Türkiye’nin ilk seçilmiş başvekili ve bakanlarının infaz edilmesi ve asıldıkları yağlı urganların ailelerine götürülerek paralarının istenmesi…
İnsanlar bazen siyasi görüşlerini saklama ya da belli etmeme taraftarı olurlar, bazıları da tarafını hiç çekinmeden belli ederler. Ben de çok şükür bu taraftan oldum her zaman. Çünkü kahraman bir dedenin torunuydum ve zaten böyle olmam da icap ederdi. Hz. İbrahim (aleyhisselam) yolunda bir karınca bile tarafını belli ederse biz insanoğluna neler düşmez ki…
Neşe KAYAN
30 Mayıs 2022
Mudanya/ Güzelyalı