Bu ilk yıkılışım değildi, son da olmayacak gibi… Görünüşe bakarsam belki de hayatımın en konforlu dönemidir. Benim yerimde olmak isteyen çok insan vardır. Ama canım o kadar çok yandı ki şu bir iki yıldır. Daha önce aklım hep başarmam gerekenlerdeydi, aşmam gereken duvarlar vardı. Hep duygusuz gibi görünen ama çok kırılgan bir insandım da koşmam gereken, yetişmem gereken , başarmam gereken çok şey vardı. Fırtınanın verdiği hasarı dinince anlarız ya sanki sözde konforumun bana yaşattığı acı tam olarak buydu. Ağlayarak uyandığım gece yarıları, uyuyamadığım geceler, ait olamadığım kalabalıklarda kafa sesimi susturmaya çalıştığım ayarsız mutluluklar, eğlenceler… Etrafımda olup bitenleri gereğinden fazla anlamak ve aptala yatmaktan sıkılmak… En çok da kendimi değiştirme gayem kırdı döktü sanki beni. Boşuna değilmiş kimseye güvenemeyişim ; niye kendimden fazla fazla verdim ki , ne gerek vardı o kadar anlayışa ? Şimdilerdeki inancıma göre ilk hatasında hak ettiği muameleyi sergilemekten kaçınmayacaksın . Öbür türlü gösterdiğin anlayış kendi değerinden harcamak oluyor.
Yine çok sorguladım hataları çoğunlukla kendimde aradım, eskiden hata gördüğüm ne varsa tersini uygulama gayretime ben de şaştım. Ama bir şey fark ettim. Onların hiç biri hata değilmiş , hatta olması gerekenmiş. Beni sevecek olana ben her halimle yeteri kadar iyiyim zaten. Diğerlerine de ne yapsam hep biraz eksik hep biraz fazla …
Zor bir yol oldu ama iyiyim sanki şu aralar. Sadeliğin zarafetini hatırladığım bir evredeyim. Az insan çok huzur misali. Bana iyi gelmeyen herkesten her yerden uzağım şu aralar… Artık yeniden doğmalar değil de sardığım yaralarla , sargının altındaki kabuğun bilinciyle yarınlar inşa ediyorum. Ve olan ya da olmayan her şey için “Burası dünya , ne bekliyorsun ki?” şuuruyla içindeki çocuğa bakıp ruhu olmuş kadına sarılıyorum. Demlenmişliğin sofrasında dinlendiriyorum o duyguları hoyrat deli kızı...