Tek katlı, harabeye benzer bir evi vardı. Tamir isteyen camları, içerinin buz gibi olmasına yetiyordu. Duvarda gezen böcekler artık yiyecek bulamadıkları için bir bir ölüyorlardı. Buzdolabının kapağı ardına kadar açıktı ve içindeki her şey bozulmuştu. İğrenç bir koku vardı mutfağında, tüm eve yayılmaya başlamıştı hatta. Artık evini ferah tutsun diye aldığı çilek kokulu oda spreyini kullanmıyordu. Çünkü kimse bir daha ziyaret etmeyecekti onu. Bir daha ihtiyacı olmayacaktı evinin veya kendisinin güzel kokmasına. O, evinin tek odasında yaşamını sürdürüyordu. Veya, sürdürmeye çalışıyordu.
Odadaki ısıtıcı çalışmıyordu. Işıklar yanmıyordu. Gecenin ikisiydi ve her şey durmuştu. Elektriğikesilmişti evin, biriken borçlar yüzünden. Zifiri karanlıkta, bir mum ışığında oturuyordu çürük masasının önünde, adi bir sandalyenin üzerinde. Plastiği yanmış tahta masaya dirseklerini her yaslayışında o iğrenç gıcırtıyı duyuyor ve irkiliyordu adam. Her rüzgar estiğinde kırık camdan biraz daha hava giriyor ve hem oda soğuyor, hem de mum ışığı sönmek üzere oluyordu. Bir defter vardı önünde kapkara, taklit deri ile kaplı. Yıpranmıştı bolca, sarı sarı gözüküyordu içi. Sayfalarının bazıları kopmuş, yırtılmış, birçoğu yanmıştı. Özel birinden olmalıydı bu defter, çünkü yıllardır gizli bir yerlerde saklıyordu. Yazmaya kıyamıyordu bile. O gün, yazmaya karar verdi.
Parmağını dili ile ıslattı ve 19 sayfa çevirerek yazacağı sayfaya ulaştı. Sapsarı, kolayca yırtılabilecek sayfalardan herhangi biriydi. Masanın üzerinde duran ve bitmek üzere olan, mürekkeple çalışan kalemini aldı eline:
“Bu defterin sahibi, o güzel yanaklı kadına… Hiçbir şey yazmayacağım buraya. Ne süslü cümleler, ne yalan kelimeler, ne de başka bir şey. Bu defter ona geri ulaşsın istiyorum sadece. Son dileğim olarak, bunu gerçekleştirmenizi istiyorum. Ne aşkla ne de öyle bir şeyle ilgisi yok. Sadece ona borçluyum ve borcumu ödemeliyim. O, anlayacaktır…”
Kalemini tekrar, ait olduğu yere bıraktı. Masasının üzerine. Orada kalmalıydı o kalem, yeri orasıydı. Defteri nazikçe kapattı ve adi sandalyeden kalktı yavaşça. Zifiri karanlıkta sendeleyerek ve tırnaklarını duvarlara sürterek yolunu aradı mutfağa kadar. Gazı hala kesilmemişti borçlarını ödememesine rağmen. Biliyordu bunu. Ocağın tüm gözlerini sonuna kadar açtı ve tekrar aynı şekilde sendeleyerek sandalyesine geri döndü. Dirseklerini masaya koydu ve gıcırtıyı dinledi. Bu sefer tatlı geldi o berbat ses. Ocağın derin gürültüsü kulaklarına geliyordu ama aldırış etmiyordu elbette. Oturmaya devam ederken sadece duruyordu. Gözleri kapalı, elleri birbirine kavuşmuş bir şekilde sadece duruyordu. Düşünüyor muydu? Bilmiyorum. Ama düşünmüyor gibi durduğu kesindi adamın. Dakikalar sonra başı yavaşça düşmeye başladı. Önce biraz, sonra biraz daha ve en sonunda defterin üstüne düştü başı. Ağzı açık, tükürükleri akıyordu masaya doğru. Mumu artık bitmişti ve zifiri karanlıkta, uykuya dalmıştı adam. Veya sizin deyişinizle, ölmüştü.
Derin bir okyanusa daldı. Etrafında köpek balıkları, deniz anaları, balinalar, minik balıklar, planktonlar, ahtapotlar ve daha niceleri vardı. Hep istediği şeydi bu belki de. Denizin derinliklerinde rahatça dolaşabilmek. Nefes almaya ihtiyaç duymadan veya gözlerini kapamadan, her şeyi en mükemmel haliyle görmek. Oradaydı o an. Hayatı tamamlanmıştı ve mutluydu. Gülümsüyordu, bedeni ne kadar hareketsiz olsa da. Süzülüyordu okyanusun içinde, dibini veya yüzeyini görmeden. Balıklar bacaklarına çarpıyor, ona bakıyor ve yanından geçip gidiyorlardı.
Batık bir gemi gördü. Hoş, denizin dibi yoktu ve sadece o büyük geminin burnunu görüyordu. Aldırış etmedi, geçip gitti. Çünkü belki bu anı bir kez daha yaşayamayacaktı ve bu fırsatı kaybetmek istemedi. Hayatının en huzurlu dakikalarını yaşıyordu adam. Masmavi bir boşlukta, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan ve kaygısızca en önemlisi, kaygısızca süzülüyordu. Hayatı boyunca istediği ve ulaşamadığı şeyi yakalamasının tek yolu bu muydu yani? İlla bunu mu yapması gerekiyordu tüm rüyalarının gerçek olması için? Öyleydi. Tek bildiği orada ve huzurlu olduğuydu adamın.
Masmavi okyanus, sanki üstüne kara bulutlar çökmüş gibi kararmaya başladı. Önce yeşilleşti. Sonra koyuya çaldı o yeşil, sonra biraz daha karardı ve siyaha dönüştü acımasızca. Balıklar kayboldu, adam tek başına kaldı. Bitmişti her şey. Hayatının en güzel anı sadece beş dakika sürdü ve bu onu yetmiş miydi? Emin değildi. Emin olduğu bir şey vardı ki, artık geri dönüşü yoktu. Gözlerini kapattı ve kendini bıraktı adam sonunda. Denizin dibine düştü, bir deniz kabuğu gibi. Ve orada kaldı adam. Bir daha bulunamayacak bir şekilde.
Tükürüğü iyice ıslatmıştı masayı. Gaz kesilmişti ve mum eriyip gitmişti. Eve buz gibi bir hava doldu. Adam gülümsüyordu. Artık hayatta olmamasına rağmen, gülümsemeyi biliyordu.