Geçmişe özlem ne güzel bir şeymiş arkadaş şimdi daha iyi anlıyorum. Sıkılıp, kaçmak istediğim her anda yüzümü çevirebileceğim, güneşi görebileceğim bir yer var çünkü. Her sabah kravatı ilmek gibi bağlarken sıkı sıkıya boğazıma, ne de güzel yaşlanıyorum onu farkettim. Yavaş yavaş aklar düşüyor saçlarıma, sık olan taraftan seyrek olan tarafa doğru tarıyorum. Aynı yolu yürürken tanıdık yüzlere rast geliyorum, her gün aynı saatte randevulaşmış gibi yoklama yapıyorum metro istasyonunda.
Belki diyorum bu mutsuzluk yaşamayı bilmediğimden değil , haksızlığa ses çıkaramadığımdan veya hayallerimin peşinden koşacak gücüm olmadığındandır. Bir kızın karşısına oturup gözlerinin içine derin derin dalmak ister bazen yüreğim. Hani vardır ya argo bir tabir. ” Söz vermek göt vermeye benzemez” diye. İşte götüm yemediğindendir yalnızlığım…Can Yücel’in Datça’sı varsa benim de Üsküdar’ım var derim, alırım başımı giderim arada sırada. Kışın sıcak bir sahlepe, yazın ciğerlerimi dolduran deniz havasına müptelayım.
En zoru nedir biliyor musunuz? Hayatı anlamadan ve bir şeyleri anlatamadan yaşamak, tüm iyi niyetinize rağmen anlaşılamadan ölmek. 18 yaşında elimde iki bavulla memleketim diye bildiğim , ama hiç gitmeye tenezzül etmediğim bir yerde yalnız başıma kaldığımda öğrenmeye başladım hayatı. Evlilik gözümde epey uzaklarda. Okuduğum kitaplardaki gibi olmadığını adım gibi biliyorum. Balayı sonrası alışveriş sırasında buluyorsunuz kendinizi. Kasiyer dıt dıt geçiriyor; siz sırada gülümserken. Ay sonu kol gibi gelen faturaya, ” bu nedir mına koyim fabrikamı işletiyoruz” diye tepki verince anlıyorsunuz zamanla hayatın boka sardığını. Külkedisi masalı bittiğinde kabak tadı veriyor çünkü evlilik.
Açız diye bağırıyor televizyondaki insanlar. Ne bok yemeye gittilerse kilometrelerce uzaktaki adaya. Açın halinden anlamak için uzaklara gitmeye ne gerek vardı, devletin verdiği asgari ücret en büyük survivor değil mi bu ülkede. Nerden sardılar şu kariyer denen illeti başımıza. Damardan veriyorlar illeti vücudumuza, hükmediyor beynimize. Aza kanaat etmek, mutluluğu sade bir yaşamda aramak sizi küçük düşünen insan yapıyor. Oysa biz kocaman yüreği sinesine sığmayan mutluluğa aç insanlar değil miyiz?
Küçük bir çocukken annem bana geceleri dua etmeyi öğretti. Önceleri avucumu açıp Allahım annemi babamı ve tüm sevdiklerimi koru, bizi mutlu et diye dua ederdim. Sonraları aynı duayı annemin de ettiğini öğrenince bıraktım. Artık iyi bir işim olsun, çok para kazanayım diye dua eder oldum. Sesimizi duyar mı , dularımız kabul olur mu derken farkında olmadan rüyalar gerçek olmuş. Ben dersimi aldım Allah’ım para mutluluk getirmiyormuş o yüzden çocukken ettiğim dualara geri dönüyorum.
Cümlelerime son verirken aklıma Can Yücel’in dizeleri geldi. “Hani diyor ya Nazım: Ben artık şarkı dinlemek değil , şarkı söylemek istiyorum.” Ben de şiir düzmek değil , şiiri düzmek istiyorum.”