Saat sabaha karşı 5 suları. Camın kenarında kahvemi yudumlarken güneşin doğuşunu bekliyorum. Gökyüzünün sonsuz ufkunda ilk ışık demetleri boşluğa yayılırken derin bir sessizlik içinde kaybolmak... Bu duyguyu benden daha iyi yaşayan, seçilmiş insanlar var. Mutlak bir sessizliğin içinde, sonsuzluk denizinde yüzerken dünyayı ayaklarının altına alarak o eşsiz duyguyu doyasıya yaşayanlar. Umarım kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Ah şu astronotlar ne kadar da şanslılar.
Bin bir türlü hikaye yazıyorum aklımdan. Hiç biri tam istediğim gibi olmuyor. "Daha kırk fırın ekmek yemen gerek" diyorlar. Kırk fırın gezdim, kırk fırıncının ekmeğini yedim. Yine de olmadı. Hayatta daima bir şeyler eksik kalıyor. Ya tamamlanmamış bir yapboz parçası ya da eksik kalmış bir hayal. Herkesin vardır bir hayali. Bazıları benim gibi camın buğusuna yazar, bazıları da rüyalarda yaşar. Çok az kişi gerçekleştirir hayallerini. Türlü türlü kimliklere bürünürüz. Geçmiş ya da gelecek adına. Sürekli bir savaş içindeyiz. Kazananı yoktur bu savaşın, hep biz yeniliriz. Sorular beliriyor aklımda, kimsenin anlamadığı anlayanın cevaplayamadığı. Peki, neden yenilir insan? Tam bir umutsuzluğun içinde olduğuna mı yoksa kendi içinde verdiği savaşa mı? Bu savaşta kimi yağmur olur toprağa duyduğu özlem için, kimi ateş olur nefret ettiklerinin canını yakmak için. Bazıları da sadece yazar, hislerini anlatmak için. Fakat yazdığın sayfalarca yazı hissettiğin en basit duyguların yanından bile geçemez. Yine bir şeyler eksik. Saatler ilerliyor... Sabah ezanı gibisin sevgili, biraz ürkütücü ama fazlasıyla huzur verici. Odadan çıkmak bile istemeyen ben bu saatlerde bin bir diyar dolaştım. Yabancı elleri gezdim, senin yanına geldim. Sen farkına bile varmadan geri döndüm. Yine buradayım. Camın kenarında gökyüzüne dalmış sessizliğimi konuşturuyorum. İnsan yalnız olduğuna üzülür bazen. En çokta kocaman bir kalabalığın içinde yalnız kaldığına üzülür. Burası da çok kalabalık. Aklının alamayacağı güzellikte bir gökyüzü, fısıldayan yapraklar, kışın habercisi rüzgar, soğumaya yüz tutmuş bir bardak kahve ve ben... Hepsinin selamı var sana, en çokta benim. Ne kadar da yalnız kalmışım buralarda. Kalmaya da razıyım aslında. İnsan alıştı mı bir kere bir daha istemiyor kimseyi. Bende kağıttan hikayeler yazıyorum, mürekkebim tükenene kadar. Bir varmış bir yokmuş, diye başlıyor her hikaye. Var olan yalnızlığın yok edişini izliyoruz insan yüzlerinde. Hissettiklerimi anlatmaya kelimeler yetersiz kalıyor. Sonsuza dek susarak konuşmak istiyorum. Mevlana'nın kullandığı bir kelime düşüyor aklıma "Bişnev". Sahi susan bir insanın sessizliği dinlenebilir mi gerçekten? Beni çağırıyor gökyüzü. "Buralarda keşfedilecek daha çok şey var, düşündükçe kendini bulacaksın" diyor. Biliyorum ama gidemiyorum. Maalesef diyorum. Bir kağıt kesiği gibi acıyor yüreğim. Maalesef. Çünkü güneş doğuyor. Gökyüzünün deniz mavisi çarşafını sarı bir çığlıkla yırtıyor. Oldum olalı ısınamadım güneşe.
Gün doğuyor, sokaklar hareketleniyor. Veda vakti geldi galiba. Hoşça kal diyemeden sonsuzlukta kayboluşunu seyrediyorum.