HZ MUSA VE ALLAH'U TEÂLÂ ILE KONUŞAN KADININ HİKAYESİ...
Olur ki bir yüreğe merhem olur diye.Bir kadın Musa aleyhisselam’a gelir ve der ki:
-Ya Musa benim çocuğum olmuyor, bana dua et de, Allah beni çocuk nimetiyle rızıklandırsın” ve Hz.Musa Rabbine dua eder, bu kadına bir çocuk vermesi için. Fakat Allahu teala O’na der ki:
-Ya Musa, ben onu kısır olarak yazdım, çocuğu olmayacak hiç. Hz Musa, döner bunu haber verir kadına ve der ki:
-Allah böyle takdir etmiş, böyle yazmış, senin hiç çocuğun olmayacak, ne yapsan fayda yok. Kadın gider ama hiç vazgeçmez ve bir zaman sonra tekrar Musa aleyhisselama gelir ve der ki:
-Ya Musa benim için dua et de, Rabbim bana bir çocuk versin. Hz. Musa hayret eder bu duruma ve Rabbiyle konuşmaya gidince söyler, Allahu teala tekrar der:
-Ya Musa ben onu kısır olarak yazdım, çocuğu olmayacak hiç. Hz Musa, bunu kadına haber verir ve kadın hüzünlü bir şekilde boynu bükük gider. Bir sene sonra kadın gelir, kucağında bir çocuk vardır. Hz. Musa şaşırır ve sorar:
-Bu çocuk kim, kimin çocuğu? Kadın der “O benim oğlum” Hayretlerdedir Musa aleyhisselam. Der ki kadına:
-Allah seni kısır yaratmadı mı, öyle yazmadı mı kaderini? Kadın; – Evet ama ben hiç vazgeçmedim dua ettim, Ya Rab bana bir çocuk ver dedim, O Rahimdir merhamet etti kabul etti duamı . Nimetiyle rızıklandırdı.
Hz musa der ki Rabbine: -Ya Rabbi sana dua ettim bu kadın için, dedin ki; “O doğuramaz, öyle takdir ettim.” Şimdi nasıl çocuğu oldu? Allahu Teala:
– Onu her kısır yazışımda, bana dua etti,” Ya Rahim” dedi, “ey en merhametli kapındayım” dedi vazgeçmeden. “Rahim” dedi hiç durmadan ve rahmetim kudretimi geçti, duası kabul oldu. Allah’ın rahmetinden sakın ümitsizliğe düşme sakın! Sakın deme “Hiç fayda yok, olmaz bu işi” Sakın deme “Bu hastalığımın hiç şifası yok” Sakın deme “Ben fakir olarak öleceğim, hiç rızkım bollaşmayacak” Sakın Allah’ın rahmetinden ümidini kesme!
Allah’ın rahmetinden ancak kafirler ümit keser.
Bakara 186: Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:
“Allah’ın, üzerine farz kıldığı ibadetlere devam et!
Farzlar arasındaki nafileleri de kıl, işle!
Amelinden hiç bir şeyi küçük görme! Allah o ameli yaratırken hakir görmedi.
Allah, her emrini itinâ ve inâyetle vermiştir.
Farzların edâsına itinâ eden, Allah’a en sevgili ibadetlerle kulluk etmiş ve yaklaşmıştır.
Farzları kendisine vazife-yi asliye kabul eden ve nefsinde tatbik eden HAKK’ın gözü ve kulağı olur.
Seninle işitir, seninle görür, HAKK’ın eli senin elindir.
Sana hakkıyle biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üzerindedir.
Onların elleri Allah’ın eli olduğu sûrette onların elleri üstündedir. Mubayaa ism-i faildir.
Fail Allah’tır.
Onların elleri Allah’ın elidir.
Onların elleriyle Allahü Teâlâ mubayaa etmiştir.
Hâlbuki mubayaa edenler de onlardır.
Nafilelere devam eden Allah’ın sevgisine nail olur.
O kadar ki HAKK onun işitir kulağı, görür gözü olur.
Farzları edâ eden de bunun aksi olduğu gibi farzlarda mecburi kulluk vardır.
O asıldır.
Nafilelerde kulluk ihtiyaridir.
Nafileye nafile denmesi zaid olduğu içindir.
Sen de vücudda zaidsin.
Çünkü Allah vardı sen yoktun.
Sonra sen oldun.
Vücud hades zaid oldu demek, sen vücud hakkında nafilesin binaenaleyh senin için nafile denilen ameli yapmak lâzımdır.
Zira o, senin aslındır.
Farz olan amelleri de yapmak lâzımdır.
Çünkü onlar da vücudun aslıdır ki HAKK’ın vücududur.
Farzların edâsı ile sen onun için oldun.
Nafileyi edâ ile de sen, senin için oldun.
“Sen onun için olmak”lığın bakımından Onun sana muhabbeti, sen, senin için olduğun cihetteki muhabbetinden çok üstündür.
Kudsî Hadis:
“Kulum, farz kıldığım ibadetlerle bana yaklaştığı gibi hiç bir şeyle yaklaşamadı.
Kulum, nafilelerle de bana yaklaşır.
O kadar ki, onu severim.
Sevince de işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı olurum. Benden isteyince mutlaka veririm.
Bana sığınınca mutlaka onu korurum:
İşlediğim işler içinde, mümin kulumun ruhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar, hiç bir şeyde tereddüt etmedim.
O, ölümden hoşlanmaz.
Ben de onu müteessir etmek istemem.”
Allah muhabbetinin verdiği neticeye bak; kulun nafilesi de ancak, farzları ikmal ettikten sonra sahih olur.
Nafilelerin içinde de birçok farzlar ve nafileler vardır.
Kıraet, Rükû, Sücud ve benzerleri farzlar gibi.
Nafilelerde farzların bulunması, farzları ikmâl ediyor.
Bir Hadis-î sahihde Cenab-ı HAKK:
“Kulumun namazına bakın.
Tamam mı, noksan mı?
Tam ise, tam yazılır, eğer bir şey noksan ise, bakın kulumun nafilesi var mı?
Eğer nafilesi varsa, farzını onlardan ikmâl ediniz.” Buyurur.
İşte, ameller böylece zabta geçer.
Nafilenin mutlaka farzlardan aslı bulunmalı.
Farzlarda aslı bulunmayan, yeni uydurulmuş bir ibadet demektir. Zâhir buna bid’at der.
“Ruhbaniyyet icad ettiler!” buyurur Resûl-ü Ekrem.
Bunlardan bir kısmına, “güzel adetlerdir” der.
Ve bunları icad edenler, kıyamete kadar sevab kazanırlar.
Bunlar, Şeriatın aslına, ruhuna uygun olan bid’atler ki, bid’at-i hasene tâbir edilmiştir.
Şeriate uymayan ve şer olanlar, bid’at-i seyyie’dir.
Kötü âdetlerdir, iyi âdetlere uyup, amel etmekte sevab vardır lâkin, o iyi olan bir şeyi, Resûlullah’dan sadır olmamıştır diye terk etmekde daha ziyade ecir vardır.
Resûlüllah’a sünnetlerde tabi olmaktan, sünnet olmayan şeylerde Resûlullah terk ettiği için terkine uymak, şeriatin ruhuna daha uygundur.
Çünkü Resûlulah, ümmetine birçok şeylerin teklifinden hoşlanmaz.
Bu da güzeldir diye birçok ibadetten ibda’ doğru değildir.
“Kolaylaştırın güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin!” Hadis
“Allah size kolaylık murad eder, güçlük murad etmez.” Âyet
Ahmed İbni Hanbel, kavun yemedi.
“Niçin?” dediler.
“ResûlAllah nasıl yedi bilemiyorum da ondan” dedi.
Radiyallalhü anh.
(Muhiddin-i Arabî hazretleri, bu dokuzuncu vasiyetinde çok büyük bir bahse temas etmiştir. Hülâsa bid’atlerin iyi olmadığı neticesine varıyor. O hâlde, Resûlüllah’ın yapmadığı şeylerden kat’i sûrette kaçmak. . . Yaptığı şeyleri nasıl yaptığını bilmeden, yapmaktan uzak durmak en emin tarikdir).
..... Birsen Halveti... BİZDEN NE İŞİTTİYSE HEMEN İNANDI
Anadolu'da yetişen en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin talebelerinden biri de, Fatih'in hocalarından Akşemseddin idi. Hacı Bayram hazretlerine bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, en önemlisi de şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet [diploma] aldı ve irşadla görevlendirildi. Akşemseddin'in bu başarısı diğer müridler arasında kıskançlığa sebep oldu. Bunlardan biri Hacı Bayram hazretlerine sordu:
- Efendim, kırk yıldır talebeniz olanlar henüz halifeliğe layık görülmezken Akşemseddin'in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının hikmeti nedir?
Hacı Bayram hazretleri şu cevabı verdi:
- Bu köse [Akşemseddin] bizde ne gördü ve işittiyse sebep ve hikmetini araştırmadan hemen inandı ve teslim oldu. Kırk yıldır hizmetimizde bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ve hikmetini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu. İşte aradaki fark budur.
Ey Allah'ım!
Senin rahmetini umuyorum. Beni göz açıp kapayıncaya kadar da olsa nefsimle başbaşa bırakma. Halimi tümüyle düzelt, Senden başka İlah yoktur.