*Bir Acem Şairi
'Ölüm adildir' diyor
aynı haşmetle vurur şahı, fakiri
Haşim,
neden şaşırıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı,kardeşim,
Herhangi bir şahın bir gemi ambarında
Bir kömür küfesiyle öldüğünü.
...
Nazım Hikmet
Tekleşmiş Ayrılmış ve Yalnızlaşmış Toplumların Acıklı Hikayesi
(FİNAL YARIŞMASI YAZISI)
Yaşamak uğruna ölenler için;
İnsanoğlu dünyaya adımını attığı andan beri her şeyi tekleştirmeye, farklılıkları yok etmeye başlamıştır. Göçebe yaşam sürerken dahi, Kızıldereli bir kabilenin mistik tadında bile bir tekleştirme vardır. Yerleşik hayata geçtiği anda da doğayı kendine benzetmeye başlamıştır. Doğanın acı çığlıkları zeginin yalısında tek tipleşmiş o güzelim bahçelerde, güzel siteler uğruna toprak ananın bağrından kopartılıp atılmış verimli arazilerde sessiz bir çığlık olarak kalmıştır.İnsanoğlunun yaptığı bu katliamı görmek için o kadar uzağa gitmeye gerekte yoktur. Farklı olanları diğerlerinden kayırma, onu ötekileştirme çabası günümüzünde en büyük sorunlarından biridir. Tekleşmiş olan toplum düşünce üretemez çünkü kendini çokten o tek'e bağlamıştır. Jean Jacques Rousseau(Emilie ya da Eğitim) şöyle der düşünce için: 'Düşünmek insan için doğal bir şey değil. Düşünmek onun tüm öbürleri gibi öğrendiği ve çok zor öğrendiği bir sanattır..' Bu zor öğrendiği ancak hemende kaybettiği bu sanatsız kalışı Hegel'in Tarihte Akıl kitabında da sözünü ettiği gibidir 'Düşünce üretemeyen topluluklar,dolayısıyla ne tarihte anılır ne de tarihin yaratıcı olur.'
Yeryüzünde tek yaşayan bir insanın ahlakından söz edebilir miyiz? Kime karşı davranışından ahlaklı olacaktır? Bu durumda aynen öyledir. Herkesin eşit olduğu bir durumda(eşitten kastımız kesinlikle hakların eşitliği değildir);mesela aynı düşünce tek bakış açısı gibi. Yanisi; aynenin katlettiği bir yaşamda onların-insanların- varlığına dair ne bulabiliriz ki. İnsanlık farklılıklarla ortaya çıkabilir ancak. Aristo insanı politik bir canlı olarak tanımlamıştır. İnsan ancak insanlar arasındayken insan olabilir. Bunu hissedebilir, kendini bulabilir. Büyük düşünür Goethe bu duruma uyan en güzel sözünü söylemiştir 'Yabancı insanların var oluşu, kendimizi tanıyabileceğimiz en iyi aynadır.' Ki bu düşünce çok eskilere dayanmaktadır. Delphi'deki Apollon Tapınağı'nın girişinde altın harflerle yazılı olan ‘Gnothi seauton’ Kendini bil,tanı demektir. Delphli kahinler tarihin başlangıcında bile insana farklılıkların kaos değil,aksine nasılda kendini tanıma fırsatı olduğunu anlatmak istemiştir. Farklılıklar kendini bulmadaki o karanlık yolun meşaleleridir. İnsan ancak farklılıkların arasında kendini bulabilir. Ve kendini bulan,bilen insan özgürdür. Ve özgürleşmiş insanların tekleştirilmesinden söz edilemez.Marcus Aurelius 'Ussal varlıklar birbirleri için yaratılmışlardır,insanlık durumunun birinci niteliği toplumsallıktır.' Burada toplumsallıklattan, farklılıkların birleştiriciliğinden bahsedilmiştir işte. İnsan olmanın baş koşuludur gönüllü toplumsallık. İnsanın kendini tan Ama bunları bugüne kadar kabul etmemiş insanoğlunun geleceği belirsiz,karanlık ve yapayalnızdır. Hobbes 'Homo homini lupus' der İnsan insanın kurdudur. Bu yüzden eşit hakların olduğu, özgürlükçü, farklılıklarıyla kendini arayan, ben merkeliz değilde herkesi düşünmesini bilen bir toplumun yaratılamayacağını söylemiştir Hobbes. Gidişatımız bu yönde de olsa, günümüz şartlarında böyle görünse de yarının ne getireceği bilinemez bu yüzden umudumuzla beklemekteyiz
İnsanları tekleyemediğimiz zaman ortaya ayrımcılığı çıkartırız- Aslında durumu tam anlatamasada bu kavramı en açıklayacısı olarak kabul edebiliriz- Farklı farklı gruplara böler o gruplarıda diğerini sindirmesi için sürekli çatıştırır dururuz. Irklarıyla, renkleriyle,cinsiyetleriyle en büyük acısı yaptıkları işlerle insanları birrbirinden kayırırız. Ayrımcılığın tanımı yaparsak; Tarih boyunca toplumsal yaşamımızı çeşitli biçimlerde etkilemiş.Tarihin akışında kimi zaman ırk ayrımcılığı,din-mezhep ayrımcılığı, kimi zaman sınıfsal ayrımcılık şeklinde kendini göstermiştir.Ayrımcılığın özü; bencilliğin topulmsallamış halidir. Ve ayrımcılık bir düşünce değil duygudur,birilerinin bizim özelliklerimizden çok daha başka özelliklerle donanmış olduğu inancına dayanır.Bir düşünceyle mi yoksa bir duyguyla mı baş etmenin zorluğu ise bir ironidir. Ayrımcılık öyle bir şeydir k, kendi yararını her şeyin üstünde tutma eğilimi olarak, tüm bireysel etkinliği ben’in amaçlarına indirgeme çabasını gerektirir. İleri biçimlerinde başkalarının varlığını gereksizleştiren bir eğilimdir. Kimi bunu insan olmanın koşulu olarak saysalarda ayrımcılık insanı yalnızlaştırır ve onun tüm insani özelliklerini emer.
Özellikle Türkiye de sonuna "Türk" eklenmediği müddetçe istediğimiz etnik kökene sözcüklerle eziyet eder,aşağılayabiliriz. Sonuçta bir Kürt evini taşlayan halkı polis lütfen uzaklaştırır ama kendi dilinde olsun olmasın baş kaldıran ben varım diyen en basiti pankart açan bir Kürt çocuğun on beş yıl hapis yatması olağandır.
İşçinin hakkını araması da bizde yasaktır.Çünkü onlar hiçbir baltaya sap olamamış yapacak bir şeyleri kalmayınca bilek gücünü kullanmaya mecbur kalmış zavallılar grubudur. Belkide Aristo'nun aklımızı karıştıran ama olduğu dönem söz konusu olup, göz önünde bulundurulunca düşünüp haklılığını aratan sözü ise şöyledir 'Kölelik köle için hem doğru hem yararlıdır.' O bir işçidir, köledir ve ödevleri,hakları yoktur ancak ve ancak zorunlulukları vardır. Ve bunu yaşamak için bunu yaparken her şeyi göze almasını bilmelidir, işin fıtratında bu vardır zaten. Montaigne zamanın bir köle çalışma şartlarına ve olduğu duruma isyan etmiş hakkını aramış Aramışta bulamamış. Öldürmüşler. Çünkü hakkı çağının epey ilerisindeymiş. Çağının o kadar ilerisinde yaşayan birini yaşatmakta iktidarı sahiplerinin hoşuna gitmemiş.Yüzyıllar sonra ILO’da işçi haklarından, çalışma şartlarından,ayrımcılıktan bahseden haklar getirilmiştir. Ancak Denis Diderot bu haklara zamanın da bir cevap verdi ki bu cevap hepimiz ortak acısıdır ’..İnsan hakkı denilen şey hiçbir zaman olmadı ve her zaman bir düş olarak kalacak. İnsanın değeri haklarının değeri kadardır.İnsanı insan yapan şeylerden biri aynı zaman o haklarını veren isteme, özgürlük gücüdür. Hakların varlığı değil onları uygulama biçimidir kolaylaştırıcı yapan.Hak ve köle ilişkisini Voltaire şu sözleriyle açıklamıştır: 'Biz diyoruz ki onlar bizim gibi insandır, diyoruz ki onlar için ölen bir Tanru tarafından kurtarılacaklar. Ve biz onları tıpkı yük hayvanları gibi iş için bulunduruyoruz. İnsanlar onları yük hayvanlarından daha kötü besliyor.Kaçmak mı istiyorlar, o zaman bir bacakları kesiliyor.Ve bütün bunlarla biz insan haklarından bahsetme cesaretini gösterebiliyoruz.’ İnsanın eşit haklarla yanyana geldiği,bireylerin kendileri için çizilmiş sınırlar içinde mutlu olabildiği,savaşların tarihe karıştığı yepyeni dünya düşüncesi çoğu için bir kurgudan ütopyadan ibaret.
Toplumda işçiler için çalışma eziyeti varken farklı etnik kökenler içinde asimile etme durumu vardır. Halk onu kendi başına bir halk olarak tanımlamayı gerektiren üç özelliğini gelenek(habitus), dil(lingua) ve kendine has adalet sistemi(Rechtssystem) kaybedince asimile oluyor. Yani Türkiye’nin acılı dönemlerini içeren okulların işkencehanelere dönüştüğü dönemlerde insanları (etnik köken farkı değil sadece bahsedilen din,siyasi görüş, yenilikçiler,hak isteyen ve arayan herkes) orada her şeyinden kopartma vardır. Alevi’yi dininden, Kürt’ü kökeninden, eşitlik isteyenleri ise düşüncelerinden koparma eylemi vardı. Asimile etme sadece toplumu yok etmedi Türkiye de. Aynı zamanda insanları kendisinden uzaklaştırdı.İnsanları toplumda yabancılaştırdılar bu dönemde. Geriye acılar,hasarlar kaldı lakin o düşünmek isteyen araştırmak isteyen özgürlükçüler asla yaralanmadı.
İnsansal toplumdaki sınıfsal durumlarıylada ayrıldılar. Geliri bell bir miktarın altında olanlar şehirlerin en tenha köşelerine atıldır. Zenginler en ışıl ışıl olan yerlerine. Geliri altta kalan çocuklar ululaştırıldı özel eğitim gördü, geliri altta kalan ise ailesinin kaderini yaşadı ya işçi oldu çalışırken fıtratıyla can verdi ya da zengini rahatsız eden oldu. Ve fark edemediler ki sınıflar arasındaki uçurum kapandıkça,insanlar arasındaki ayrıcalık kalktıkça,insanlar arasındaki ayrılıklar kapandıkça, işlev ayrılığına indirgendikçe dengesizlik yerini dengeye bırakacak. O kurgulardan ibaret olan yepyeni düny a düzeni hakim olacak. Lakin insanoğlu iktidar hırsına yenik düştü buna da gözlerini kapadı.
Yahudi memleketi İsrail kurulmadan önce Yahudilerin başka halkların üzerinde parazit yaşam sürdüğünü Schopenhauer eziyet gören ve alt tabakada olanlar için şöyle der: Doğal vatanından sürülmüş insanın,renginin bu beyazlaşmasında ikinci tabii neden; sanıyorum ki sıcak iklim,ışık ve ısı rete malpighi üzerinde yavaş ama sürekli karbondioksitinin desoxydotion’unu ortaya çıkıyor:Belki zencilere has koku bununla ilişkili. Beyaz haklarda altı çok çalışan sınıfların,üst sınıflardan genellikle esmer olması gösteriyor ki onlar daha çok terliyor,ama bu terleme sıcak iklimdekinden daha az.’
Karl Marx’ın vecizelerinde geçtiği gibi eşit hak hala burjuva sınırları içerisinde kalmaktadır. Ve tarih bize gösteriyor ki gerçek hakları ancak adım adım,parça parça,azar azar elde edebiliriz. (Burada serflerin evlenince kadınlarını ilk gece senyöre vermenin aşamalarını örnek verebiliriz)
İnsanları bir arada yaşamayı ve tek kişilik yaşam koşullarıyla yetinmeyi öğrendikleri gün, en azından bencilliği özgecilikle dengelemeyi öğrendikleri gün, gerçek anlamda mutluluğun tadına varacaklar. Gerçek onurlu insanı yaratmadığımız yaratamadığımız yerde insan hakları nasıl havada kalıyorsa. İnsanoğlu unuttuklarını (mutluluk yerine katliamı, birleştirici olmak yerine ayırıcılığı, çok çeşitli olmak yerine tekçiliği, ben demeden önce herkes demesi) hatırladığı gün. Herkes gibi olmaktan kurtulduğu,dilinden “aynen”i attığı gün ancak renkler gibi hepsi farklılıklarıyla birlikleri olduğu gün hakları ve ödevleriyle eşitlikçi bir düzen kurabilmiş sözleşme toplumu olacaktır. O günler şimdi bize uzak ancak elbet gelecektir.