Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
DUYGUSAL ENKAZ (1.BÖLÜM) - Sözümoki
19 Şubat 2021, Cuma 20:41 · 491 Okunma

RÜZGARLI YAĞMUR | 1

Soğuk ve rüzgarlı bir hava olmasına rağmen güneş tepedeydi. Cama yansıyan görüntüsü ve dışarıdan görünen çam ağaçları birleşince sanki içinde kocaman bir orman varmış gibi hissederdi, ne kadar görünen 3 ağacı geçmese de. Ayrıca sürekli nefesiyle camı buğulayıp parmağıyla şekiller çizip yazı yazardı. Bazen de ağaç olan kısımları buğulu yapıp içine minik bulutlar çizer sonra da oraya geçer ve orman adam oluşuna bakardı hayranlıkla.Tıpkı bir çocuk gibi. "Bulutlu orman adam"daha çok hoşuna giderdi. Kardeşinin gelmesini beklerken, ona da bunu yaptırmayı hep aklıma koyardı ama o gelince bunu yaptırmayı hep unuturdu.

Kardeşinin gelmesini beklerken ördüğü hırkanın ne kadar güzel olacağını düşünüyordu, sonuçta kırmızıydı, kırmızı şeyler güzeldir.Ördüğü hırkayı kardeşinin üstünde hayal ediyor ve sebepsizce gülümsüyordu. Ona göre bu dünyada en çok kardeşine yakışıyordu kırmızı renk. Çok geçmeden kapı çaldı, gelen muhtemelen ikiz kardeşi Yağmur'du.

Kapıyı açtığında havanın soğukluğu yüzünü ferahlatmaktan çok üşütmüştü. Yağmur, mavi atkısını ve siyah eldivenlerini çıkartırken söylenmeye başladı:

-"Ah Rüzgar, biliyor musun? hava soğukken güneşin varlığı beni sinirlendiriyor, daha doğrusu onu havada görmek sinirlendiriyor "madem varsın ısıtsana havayı aptal güneş" diyorum ama dinleyen kim?"

Ona gülümseyerek:

-"Güneş seni duyamaz ki, ama ben yine de yarın onun kulağını çekerim" dedi Rüzgar.

-"Yemek hazır mı?" dedi Yağmur yüzündeki hevesli görüntüyle.

-"Hayır, bu saatte geleceğini düşünmedim ocağa yeni koydum. Okuldan da geleli çok oldu ama her neyse öyle işte, bir iki saate pişer patlıcanlar. Sen nerdeydin?"

-"Olsun beklerim.Sonra anlatırım Rüzgar." dedi Yağmur hevesi kırılmışça.

Yağmur'la Rüzgar'ın sohbetine kulak kabartmış olacak ki birden kahverengi kapıyı açıp anneleri girdi salona, anneleri hep gergindi. Yüzü esmer saçları simsiyah tıpkı kalbi gibi. Ama yine de bu kadında onu sevimli gösteren bir şey vardı bunu hiçkimse çözemiyordu. Kısacık boyuyla vahşi bakan gözleriyle onları gözetlemişti demek. Sonra Rüzgar'a sertçe bağırmaya başladı:

-"Sen nasıl erkeksin! yemeği bir saat erken yapmalıydın zaten konuyu kardeşinin gelip gelmemesine bağlayıp aradan sıyrılmaya çalışıyorsun! Sen daha burda böyleysen evlenince ne yapacaksın kim bilir?"

Bu ağır sözleri ne kadar kalbini kırsa da gözlerinin dolmasına izin vermemişti. Eğer buna izin verseydi her zamanki gibi "erkek işte anca ağlıyor" derdi. Bunu duymak istemiyordu, aslında yeterincede duymuştu ama yine de istemiyordu.

Anneleri yüzünü buruşturarak cebinden çıkardığı üzerinde sigara içmekten başlarına kötü sağlık sorunları gelen insanlardan birinin fotoğrafı olan siyah sigara paketinden bir sigara yakarak balkona çıktı.

Rüzgar da mutfağa yemeği kontrol etmeye gitti ayaklarını zemine sertçe vura vura. Mavi duvarları olan mutfaktaki dar ama uzun beyaz tezgaha iki kolunu yasladı ellerini de mermere koydu. Ellerini birden koyunca, soğuk mermer vücudunda küçük bir ürpertiye sebep oldu ama alıştı buna da her şeye alıştığı gibi.İnsan öfkesini içinde yaşadıkça öfkesi daha da artıyordu.

Başını bir müddet kolları arasına aldı. Başı ağrıyormuş gibi hafif bir iniltiden sonra yemeği kontrol etmek için mutfağa geldiğini hatırladı. Yemeğin henüz pişmediğini görünce de odasına kitap okumaya gitti, yine ayaklarını yere vura vura.

Hala gözlerinin içindeki nehirden birkaç damla feda etmemek için çırpınıyordu.Tıpkı o nehirdeki bir balık gibi, sanki o yaşlar akınca kendi hayatından, gururundan, kaderinden veya kalbinden bir kaç damla eksilecekmiş gibi hissediyordu hep.

O bunu göze alamazdı. Defalarca kez kendini tutamayıp ağlamıştı ama ağladıkça zamanla daha kötü olaylara ağlar olmuştu tıpkı yeni içmeye başlayan birinin ilk kadehte sarhoş olurken zamanla ilk şişede sarhoşluk belirtisi göstermeye başlaması gibi. Vücudu ona uyum sağlıyordu.

Soğuk ve mavi odasına girince gözü halıdaki kedi tüylerine rastladı. Boş veremedi, eğilip aldı tüyleri. Kafasını biraz kaldırınca kahverengi çizik dolu yıpranmış eski komodinin üzerinde yarım bıraktığı bej rengi kitaba gitti gözü bu sefer. Üstünde sade ve minimalist bir şekilde "Yüzbaşının Kızı" yazıyordu.

Aleksandr Puşkin'in Yüzbaşının Kızı adlı kitabı aldı eline. Sonra kaldığı yerdeki ilk sayfanın birkaç cümlesini okuduktan sonra kendi kendine söylenmeye başladı.

"Genç bir erkeğin sevdiği kızı kurtarma bölümünü burda anlatmaya kalksan gülerler hemde karınlarını tuta tuta. Burada erkekler kızları kurtaramaz ancak beyaz atlı prensesini bekler, o da pek prenses değil ama hadi prenses diyelim. Birde sanki evlenince musmutlu olacağımız bir hayata kavuşuyormuşuz gibi düğün yapar kız tarafı, anca akraba midesi doyurup dururlar ama farkında değiller. Aslına bakarsan düğünler ego savaşından başka bir şey değil ama insanlar bu anlamsız şeyleri yapmaya bayılır. Sonra borçla alınan göstermelik takılar ertesi sabah satılır, kız kendine araba alır veya borç öder."

Kitap okumaktan çok düşünmeye kendini kaptırmıştı ki "sofrayı hazırlayın" diye biri bağırdı, annesinin sesiydi bu, o öfkeli annenin.

Babası sofrayı Rüzgarla birlikte hazırlamak için kapıya hafif yaslanıp "Sofrayı kuralım." dedi. Sesi her zaman ki gibiydi, güven verici. Babasının yorgunluktan solmuş teni çenesinin üstündeki kirli sakalla uyum içindeydi. Kırış kırış göz çevresi ve grimsi siyahımsı karmaşık saçları da tuhaf bir şekilde uyumluydu. Yaşlılık bu adamın yüzünün her santiminde kendini gösteriyordu. Ruhunu bilemem ama yaşı kırk dokuzdu. koskoca kırk dokuz senede neler yaşamıştı acaba? O da ağlamış mıdır? Peki ya aldatmış mıdır? Sevilmiş midir? Aşk?

Evin her odası evin dışı dışı gibi maviydi. Mavi gibi iç açıcı bir renk bile zaman zaman bu evdeki olaylar karşısında simsiyah oluyordu. Karardıkça kararıyordu. Ama bazen buraya da güneş acıyıp, biraz ışığından, ısısından ve neşesinden veriyordu. O zaman lacivertleşiyordu gözlerde bu soğuk duvarlar.

mavi çiçekli ama üstünde kuş desenleri de bulunan porselen tabakları dikkatlice dolaptan alıp tezgaha indiren babasına Rüzgar dalgın dalgın bakıyordu. "Bu hep böyle mi sürecek?" diyordu içinden. Zaman zaman aklından geçen tek cümle bu olurdu "Bu hep böyle mi sürecek?"

Babası bunu çok dikkatli bir şekilde yapıyordu çünkü sanki hayat amacı, varlığının sebebi bu tabak çanak takımlarının her zaman temiz ve tam olmasıymış gibi davranıyordu. Hele ki bir tabak veya bardak kırılınca sanki annesine babasına sövülmüş gibi evde kavga başlatır, hatta günlerce küs kalırdı. Kendi kırınca başını döver ve etrafında o an kim varsa ona bulaşırdı. O küsünce yemekleri ve diğer ev işlerini Rüzgar yapmak zorunda kalırdı. Arta kalan vakitte de üniversite sınavına çalışırdı. Her zamanki gibi sofrayı kurarken babası sessizce söyleniyordu:

-"Sanki gören de elleri ayakları tutmuyor! Bir bardak suyu bile bizden istiyorlar, nedir bu çektiğimiz?"

-"Haklısın baba ama biraz da benim meseleye mi baksak? üniversiteye gitmek istiyorum."

-"Anneni ikna etmeye çalışıcam sen merak etme."

-"Üniversite sınavına çok iyi hazırlandım. Kesinlikle hukuk kazanabilirim."

-"Sınav ne zamandı?" dedi babası, soran gözlerle.

-"Dört ay sonra."

-"Hep unutuyorum. En sonunda alzheimer olacağım bak şuraya yazıyorum." diyerek eliyle masayı işaret etti.

-"Kafa mı bırakıyorlar." dedi Rüzgar iç çekerek.

-"O da doğru. Ben anneni ikna etmeye çalışırım ama konuyu sık sık açamam, sinirlenince çok pis oluyor biliyorsun." dedi babası yüzünü sanki kaşınmış gibi ekşiterek.

-"Biliyorum baba ama ne yap ne et ikna et, benim Yağmur'dan ne eksiğim var? Onu dershaneye bile gönderiyorsunuz sınav için."

-"Anlamazlar oğlum bunlar, boş ver."

-"Boşveremem!" dedi Rüzgar, öfkesi sesinden belliydi. Sonra ne babası ne de o tek bir kelime daha söylemeden sofrayı kurmaya devam ettiler. Rüzgar'ın içinde yine o ağlama duygusu belirmişti.

Sofra hazır olunca soğuk ama mavi salona gidip Yağmurla annesini çağırdı, ardından evin küçük kedisi Ekmek'in mamasını ve suyunu tazeledi.

Kedilerinin adını duyan herkes garipsiyordu. Pek alışkın olunmayan bir isim olduğu için herhalde. Hikayesini anlatayım hemen Ekmek'in. Onu Yağmur getirmişti eve, ilk gördüğünde sokaktaki ekmek parçalarını kemiriyormuş. Kemiriyormuş diyorum çünkü ekmekler sertmiş. Yağmur her zaman çok yumuşak kalpli olduğu için ona kıyamamış kucaklayıp getirmiş eve. Onu ilk gördüklerinde hepsi çok acımış bu kediye. Dumanlı gri tüyleri ıslak ve kirli olsa da yuvarlak suratı ve çinliyi andıran göz şekli onlara çok şirin görünmüştü.

Her evde olduğu gibi ne kadar sevimli olsa da Heykelci ailesinin evinde de ilk başta kedi yüzünden küçük çaplı bir kaos çıkmıştı. Babası onun evi kirletip mikrop kapacaklarından uzun uzun bahsetse de Yağmur ve Rüzgar Ekmek'i her türlü savunmuştu.Kavgalarla da olsa alıştı ona evin babası. Artık kedi mama yerken başında oturup mamayı bitirmesini bekliyor, bitirince de kucağına alıp öpüp kokluyor ona öz evladıymışcasına sarılıyor, her hareketine bir anlam yüklüyor, gözlerine bakıp onu övüp yüceltiyordu. Kedisine aşıktı. Herkes kedisine aşıktır.

Sofraya ailece oturdular, her zamanki gibi hepsinin suratı düşüktü. Yemekte mercimek çorbası, salata ve patlican vardı. Rüzgar patlicana bayılırdı.

Annesi yemeğe başlamadan önce her zamanki gibi mutfaktaki 1995'te çalıştığı otobüs şoförlüğünden aldığı ilk maaşıyla aldığı küçük tüplü televizyonu açtı. Seneler geçse hâlâ iş görüyordu, bellirli kanallar vardı sadece bu yüzden normal televizyonları bozulmadığı sürece sadece yemek yerken can sıkıntısından açılırdı. Haber kanalları dışında kanal olsa da onlara pek bakılmazdı.

Hep aynı şeyler vardı çünkü. Yemek programı sunan erkekler, zengin kızın aşık olduğu fakir erkek ve gelişen zayıf kurgu, ucu bucağı görünmez uzun reklamlar ve manipülasyonlar. Reklamlar en tuhafıydı zaten. Reklamı yapılan ürüne sahip olursak sanki mutlu olacakmışız gibi gösteriyorlardı ama ne kadar ürüne sahip olursak olalım büyük de olsa küçük de olsa 'anlık' bir mutluluk yaratıyor. Anlık olmasa da en fazla 1 hafta sonra alışıyoruz (insanoğlu her şeye alışıyordu.) ve o ürünle hayatımızın yoluna girmemesi sonucunda başka ürünlere yöneliyoruz. Bu bir kısır döngü, şaşmaz.

Haber kanalı açan annem yemeğini yemeye devam ederken baba ürkekçe söze girdi:

-"Diyorum ki artık yeni bir yemek takımı mı alsak?"

Anne gözlerini devirerek:

-"Bunları alalı daha 5 sene oldu, eskimediler ayrıca." diyip salataya çatal batırdı.

-"Eskidi bence ayrıca takımda bozuldu bu tabaktan 4 tane daha olmalıydı ama yok işte kırıldı bak Yağmur bundan farklı bir tabakta yemek yiyor ayrıca su bardakları farklı farklı."

-"Takım bozulsa da bu yeni takım alacağımız anlamına gelmiyor. Siz erkekler zaten hep masrafsınız. En küçük şeyde para harcatırsınız. Ben saatlerce direksiyon sallıyorum, ellerim kopuyor. Sen para kolay mı kazanılıyor sanıyorsun." dedi anne sertçe. sofrada gerilim oluşmuştu annenin bu çıkışı yüzünden.

Baba daha sakin ve yatıştıcı bir ses tonuyla söze girdi:
-"Sana bende bir işe gireyim diyorum izin vermiyorsun ki. Ay sonunu getiremeyince temizliğe gitmeme ancak izin veriyorsun ben ne yapayım?"

-"Elinin hamuruyla kadın işine karışma. Sen ne anlarsın işten güçten, hayatı mı biliyorsun sanki? buralar sandığın kadar huzurlu ve güvenilir yerler değil. Namusunu korursun evde ama dışarı da öyle mi? Sen başkasına göz koymazsan bile başkalarının hedefi olursun sonra namus elden gider. " dedi anne.

Namus... namus neydi? iki bacak arası olamazdı illa ki, yoksa o muydu? çok mu önemliydi peki bu iki bacak arası? İnsanın hayatını altüst edecek kadar mı önemliydi? Peki ya duygular,yaşanmışlıklar? Bunlar neden birden bire namus karşısında yenilgiye uğruyordu? Bu haksızlık değil miydi?

-"Tamam iş konusuna bir şey demeyeceğim. Rüzgar sınava çok iyi çalıştı, zeki çocuk da ayrıca. Onu okutalım doktor, hakim olsun." dedi baba umutsuzca.

Anne biraz bile düşünmeden konuşmaya başladı:
-"Erkek dediğin okul mu okurmuş? Onu liseye kadar senin hatrına gönderdim zaten. Bu sene son, zaten okul bitsin birkaç aya istemeye gelirler. Adet böyle bilirsin"

Annenin bu sözleri Rüzgar'ı o kadar yıktı ki yemek boğazından geçmedi, su içmeye başladı boğazındaki manevi düğümü çözmek için ama nafile.

Okuldaki çoğu arkadaşlarının ailesi okutuyordu onları hatta onlar okula gitmek istemese bile ama o sadece erkek olduğu için bu ailede okuyamıyordu. Doktorluk da kazansa göndermeyecekler ama yine de demeyecekti Rüzgar her şeye inat, ortadoğuya inat... Başka şansı mı vardı sanki?

Baba Rüzgar'ın üniversite konusuna karşı anneye cevap vermedi. Onun yerine tüpü siyah ve retro televizyondaki haberi izlemeye koyuldu. Gözleri dolmuştu. Gün içinde hisleri bir ameliyatla alınmış gibi davransa da dolmuştu yine o gözler. Arada kırpıştırıyordu yaşlar akmasın diye.

Haber izleyen anne taciz haberi çıkınca televizyonda konuşmak için adete ağzındaki lokmayı hızlı hızlı çiğniyordu. Her şeye bir eleştirisi olduğu hibi muhtemelen buna da eleştirecekti gözlerindeki ırmaklar taşmak istemesine rağmen. Lokmasını yuttuktan sonra bir yudum su içti ve:

-"Bu erkekler gerçekten salak! polise gidip dün gece tacize uğradım diyor, sen gömleğinin üstten 3-4 düğmesini açarsan tabiki taciz ederler! ayrıca o saatte orda ne işi varmış? Evinde oturup namusunu korumak varken sokaklarda gece vakti tabiki böyle şeyler başına gelir. Kadındır bu libidosu yüksektir taciz de eder tecavüz de önemli olan senin o saatte orda olmaman."

Bu söylemlere karşı Rüzgar kendini tutamadı babasına iğrenerek bakıp su içti ve ona cevap verdi:

-"Tacizcinin hiç mi suçu yok?" dedi tüm içtenliği ve öfkesiyle.

annesi ilk biraz tökezlese de sözcükler arasında ona cevap vermeyi ihmal etmedi:
-"Tabiki var, yok demiyorum ki zaten ama erkekler de bağrını açıp, şort giyip salına salına gece dışarda geziyorsa hakediyordur. Otursun evde namusunu korusun!"

Daha fazla dayanamadı Rüzgar ağzındaki patlicanı sertçe çiğneyerek yemekten kalktı, doyduğunu belirterek. Odasına gitti.

Odasının mavi duvarları onun içini az da olsa ferahlatıyor, atmosferini güzelleştiriyordu. Kahverengi otantik kapının yanında yine ağaç gövdesinden yapılmış olan lambader odsına eski ve doğal bir hava katıyordu. Halının kırmızı olması uyumu bozsa da bunu pek dert etmiyordu genelde.

Birkaç adım atıp yeşil kalın kenarlı boy aynasından kireç gibi olan suratına ve öfkeli gözlerinin içine baktı. Yine nehir taşmak istiyordu. Zayıf vücudu, kemikli elleri, dolgun dudakları, hafif çekik koyu kahve gözleri, esmer teni, kıvırcık saçı ve uzun boyu tuhaf hoş bir uyum içinde olup ona kendisini yakışıklı hissettiriyordu. Başkalarına göre nasıl göründüğü umrunda değildi zaten.Kendisinin bir çuval etten daha fazlası olduğunun farkındaydı. "kendimle iyi geçineyim de o bana yeter" kafasındaydı çünkü insan kendiyle iyi geçinemezse hiçbir şey yoluna girmez demektir. Bunu deneyimlerine güvenerek söylüyordu. Günün sonunda başınızı yastığa koyduğunuzda iyi hissetmezseniz ertesi gününüz şimdiden mahvolmuş demektir.

Rüzgar akşam yemeğinden resmen aç kalkmıştı. Yatakta gri yorganına sarılarak tavanı seyrediyordu. Kahverengi gözlerinin üstündeki ıslaklığa aldırmadan.

Yarı aralıklı kapıdan çıkan sesle birden ürperdi. Gelen Yağmur'du. Yemekte baba ve Rüzgar'ın arasındaki mini tartışmayı sessizlikle dinlese de kalbi Rüzgar'ın tarafını tutuyordu. Kardeşini çoğu zaman üzgün gören bu ikiz, onun üzülmesine üzülür olmuştu.

Siyah saçlarını esmer ve ince kemikli elleriyle topladı. Arkada buluşturup ağzındaki tokasıyla bağladı. İçeri girip ilk olarak camı açtı.

-"İçerisi çok havasız." dedi.

Rüzgar bir şey söylemedi. Yeni uyanmış gibiydi 2 gecedir uyuyamadığı halde. Yağmur onun bu halsizliğini elbette fark ediyordu.

-"Sen de çok havasızsın." dedi espri yapmış gibi gülümseyerek.

Rüzgar derin bir nefes alıp:
-"Bıktım." dedi.

-"Anlıyorum ama hemen umudunu kaybetme benim planlarım var." dedi Yağmur.

Rüzgar bir dedektif edasıyla yüzünü buruşturup sesindeki merakı bastırmaya çalışarak sordu:

-"Ne planıymış bu?"

-"Okula birlikte gideceğiz, aynı şehirde."

-"Ama sen İstanbul'da okumak istiyorsun?"

-"Boş ver İstanbul'u. Senden önemli mi? değil tabiki ki."

Rüzgar'ın içindeki umut biraz daha yeşermişti.

-" Ya bizimkiler yine de olmaz derse Yağmur?"

-"O zaman bende gitmiyorum derim."

-"O kadar da olmaz."

-"Aman canım bunlar hep ikna çabaları tabiki gideceğim, sende benimle geleceksin." dedi Yağmur gururla.

-"O zaman ben çalışmaya devam edeyim."

-"Ah Rüzgar iyi hoş ama ben tam çalışamadım üstelik 4 ay kaldı. Onca konu.."

-"Çok eksiğin yok ben biliyorum." dedi Rüzgar.

-"Yine de endişeleniyorum."

-"Endişelenme." dedi Rüzgar.

Yağmur aklına birden bir şey gelmiş gibi gülümsedi.

-"Rüzgar, yarın akşam Tamer'in doğum günü var sende geleceksin."

Rüzgar şaşırmış bi şekilde:
-"Ben nasıl geleyim izin vermezler ki!"

-"Birlikte gidersek verirler. Neyse sıkma canını hadi uyuyalım artık. İyi geceler."

-"İyi geceler." dedi Rüzgar.

Tüm gece partiyi düşündü durdu. Işıklar,arkadaşlar,pasta... pastayı düşününce daha iyi hissetti. Yemek düşünmek ona her zaman iyi hissettirirdi.

Sabah doğan güneşin ışığı daha pencereye vurmadan iki kardeş okul için hazırlanmaya başlamıştı. Yağmur saçını tarayıp okul eteğini yukarı yukarı katlarken Rüzgar da göz altına fondoten sürüyordu sonra tüm yüzüne sürdü.

İki kardeş ceketlerini giyip, kapının yanındaki çantalarını sırtlarına aldılar. Yağmur çizilmiş eski fakir kahverengisi rengindeki kapıyı açtı.Yağmur'un yüzüne ayazın kalıntılarından kalan soğukluk tüm yüz hatlarını ürpertecek kadar sert bastı, sonra alıştı yüzü.Evden çıktılar.Kardeşinin haki ceketinin fermuarı sonuna kadar çekiliydi, Rüzgarınsa bordo ceketinin fermuarı açıktı sanki içindeki öfkeli ateşi soğutmak istercesine.

Yağmur çok güzel bir kız değildi ama topluma göre. İnce dudaklı, esmer, kahverengi gözlü, kemerli ve çilli burunlu bir kızdı. Boyu da kısaydı üstelik. Biraz flörtöz bir yapıya sahip olsa da ciddi bir kişiliği de vardı bir yandan. Flörtöz ama aşktan yana yüzü gülmeyen bir flörtöz. Hiçbir zaman açıldığı kişilerden alamadığı kabul cevabı ona özgüveninin bir kısmını kaybettirmişti. Yine de umudu vardı, herkes gibi.

Rüzgar ise daha yalnız takılan biriydi. Hayır kötü çocuk tiplerden değil ve tabiki serseri tiplerden de değil. Anlaşılamamanın verdiği bıkmışlık yüzüden yalnızdı.İnsanların gerçek yüzünü tahmin edebildiği için, dobra olduğu için ve haklarını savunduğu için yalnızdı. Eh biraz da duygusaldı fakat duygusal bir erkek olmak normal olsa da o duygusallığına verilmesinden de bıkmıştı. Kısacası Rüzgar bıkmış biriydi. Anlayış istiyordu; sevgi değil. alaka değil sadece anlayış.

Bu ikizler haftaiçi evde kahvaltı yapmazdı. Okul yolundaki bir seyyar simit satıcısından simit,poğaça ve meyve suyu alıp onları yiyerek ve sohbet ederek devam ederlerdi yollarına.

Mideleri alışmıştı buna. Mideleri alıştı ama zihinleri alışamıyordu bazı şeylere.

-"Bu sabah daha bir yorgun görünüyorsun ikiz." dedi Yağmur.

Önünde kendiyle birlikte yola devam eden çakıl taşına vururken, yere bön bön bakan Rüzgar geç duymuş gibi geç cevap verdi:

-"Ekmek üzerimde uyudu. Gece gırrrr gırrr uyutmadı ne mutlu kedi birde ağır kilo da almış."

-"Kediler gırrr diyince mutlu mu demek miş?"

-"Bilmiyorum ben öyle duydum bir yerlerden. Aslına bakarsan nerden duyduğumu bile unuttum belki de ben uydurdum."

-"Hmm daha önce hiç duymamıştım bunu." dedi Yağmur.

-"Akşamki partiye kimler gelecek?" diye sordu Rüzgar meraklı bir ses tonuyla.

-"Bizim sınıftakiler ve bir kaç kişi daha."

-"Sadece bu kadar mı?"

-"Canım o dizilerdeki kalabalık partiler gibi mi sandın? Pasta kesilecek hediyeler verilecek hepsi bu."

-"Ben hediye almadım."

-"Bende almadım."

-"Sen neden almadın? Tamer senin yakın arkadaşın üstelik."

-"Boş ver, Tamer bana darılmaz." dedi Yağmur.

Ayazın soğuğu yüzlerindeki her bir gözeneğin en derinine kadar içine girip üşütürken, Rüzgar söylenmeye başladı:

-"Mont zamanları gelmiş de haberimiz yok. Halbuki havaların ısınmaya başlaması lazımdı."

-"Ee napalım doğanın kanunu. Doğaya söz geçiremezsin, aslında o dinlemez bile." dedi Yağmur.

-"Evet."

Okula varmışlardı. Bu soğuk havadan sonra sıcak bir sınıf onlara iyi gelecekti. Geniş okul bahçesinden okula yürümek bile bazen meşakatli gelirdi bizim bu ikizlere. Pembe ve dev bir okuldu. Dışı pembe ama içi kasvet dolu bej fayanslarla döşeli. Tapınağı da andırıyor biraz.

Geniş merdivenleri çıkarken öğrenciler tarafından yapılan ve duvara asılan bazı tablolara bakmamak imkansızdı. Kim dekore etmişse güzel olmuştu merdivenlerin arasındaki minik odacıklar.
Dört kat bej, ruhsuz fayans çıkan ikizlerin hafiften bacak ağrısı başlamıştı ki sınıfa vardılar, itiş kakış arasında.

Çantaları tahta ve üstünde her öğrencinin sıkıntıdan bilinç altındaki şeyleri yazıp çizdiği ama uzaktan bakılınca kirli ve çizik tahta sıralarına bıraktılar.Yağmur hemen gördüğü bir kız arkadaşının önündeki sıraya oturup ters döndü ve arkadaşıyla gündemden konuşmaya daldılar.

Rüzgar ise sırada cılız kalmış ve bön bön etrafa bakıyordu. Her gün 8 saat ders dinlediği sınıfı ilk defa görmüşçesine fakat biraz daha sıkılarak incelemeye başladı. Bomboş kırmızı panolar, akıllı tahta ve yanındaki uyumsuz yeşil tahta, yerdeki kırık tebeşirlere kadar inceledi.

Fayanslar yeni silinmiş gibi parlaktı. Belki de yeni silinmişti. Hizmetlilerin okul çıkışı yerleri silmesinden sonra sabah da herkesten önce gelip yerleri silmesi ona hep tuhaf ve anlamsız gelirdi. Cinlerin ayakkabısından bulaşan çamuru mu silmeye geliyorlardı acaba? Silmeye biraz ara verip düşünselerdi belki de bunu yapmazlardı ya da sebebini henüz bize açıklamadılar. Normal sonuçta bu bir devlet sırrı niteliğinde sadece o işi yapan bilir ha bir de çok bilmişler. Onlar her şeyi bilir saatlerce konuşur ama ne dediğini kendi de bilmez, anlamsızca saatlerce konuşmak çok zor olmalı.

Sınıfa birden ve gürültüyle giren yabani arkadaş topluluğu Rüzgar'ın dalgınlığından kopmasına sebep olmuştu. Aralarında akıllı telefon muhabbeti yapan bu grup Rüzgar'ın arkasındaki dörtlü gruptu. Gürültüden kimse rahatsız olmuyormuş gibi umursayan yoktu. Belki de rahatsız olan da yoktu. Ortada dört kişi yüksek sesle konuşuyor ve bu normal karşılanıyorsa bu kesinlikle sadece okul ortamında olan bir şeydi birde yanındakiyle bağırarak sohbet eden 30 yaş üstü erkeklerin yemekler pişirip gün yaptığı genelde yemek veya tıraş kolonyası kokan bu ortamlarda görülürdü. Bu gibi medeniyetten hafif uzaklaşmış ortamlarda bağırarak heyecanlı bir şekilde dedikodu yapmak gelenektir. Ev erkekleri yapar genelde.

Rüzgar kafasını çizik ve büyük ihtimalle kirli olan tahta sıraya koyup, hayallere dalmaya çalıştı. Arka dörtlü yerini çoktan almış ve ergenliklerini dibine kadar yaşıyorlardı. Bu yaşama sesi Rüzgar'ı rahatsız etse de hayal kurmak, sesi kafasında azaltırdı. Aklı ve dünya arasına tıpkı izdivaç programlarındaki gibi toz pembe sevimli bir paravan oluştururdu. Severdi hayal kurmayı çünkü tam anlamıyla huzur ve mutluluğa kavuştuğu tek yer orasıydı. Bunun gibi durumlarda hayal kurmak acil yardım çantası gibi imdadına yetişirdi.

Bir kaç öğrenci daha gerek gürültülü gerek sessiz ve çekingen bir şekilde sınıfa girdi. Ardından öğretmenin içeri girmesiyle, Rüzgar hayallerini yarım bırakmak zorunda kaldı. Yine o bej fayansların soğuk görünümü, yüksek tavanın boşluk hissiyle yüzleşti. Yanındaki pencereden dışarı baktı, ağaçlar azalmıştı önceki yıllara nazaran, gök daha iç karartıcı olmuştu. Güneş açsa da sadece ışık yayıyor gibiydi. Zaten çirkindi daha da çirkinleşmişti her şey. Öğretmeni gören öğrenciler ayağa kalktı, günaydınlaştılar ve yerlerine oturdular.

Matematik dersini sevmediği için Rüzgar kollarını yastık olarak kullanıp kafasını kollarına gömdü. Uyuyamıyordu fakat böyle daha iyiydi. Öğretmen derste uyuyanlara bulaşmazdı, bu özelliği onu okuldaki en sevilen öğretmenler arasına sokuyordu.

Yağmur'da dayanamayıp beş dakika sonra Rüzgar gibi kafasını kollarının arasına gömdü. Ceketindeki lavanta kokulu yumuşatıcının kokusunu derin bir nefes alarak içine çekti. Bu kokuyu çok severdi. Eğer bu kokunun parfümü yapılsaydı hiç şüphesiz koşa koşa almaya giderdi parfümü. Lavanta parfümü kokusuna aşık değildi, lavanta kokulu yumuşatıcının kokusun aşıktı. Bağımlı gibi beş dakikada bir ceketini koklardı, koku taze kalsın diye her gün bolca yumuşatıcıyla yıkardı, bu yüzden ceketin rengi bi hayli solgundu. Görenler on senelik sansa da, o bir iki ay içinde nice kaliteli ceketleri yıkaya yıkaya solgunlaştırırdı.

İki saatlik matematik dersi ikizler için uyku,hayal,omuz ağrısı karışımıyla geçti, gitti. Üç ve dördüncü dersleri beden eğitimiydi. Henüz tenefüsteyken sınıfta öğretmenin, öğrencileri soğuk havaya rağmen bahçeye mi çıkarttıracağını yoksa sınıfta mı kalacaklarını tartışmaya başlamışlardı.Onlara göre en tartışmaya değer konu buydu.

İçeri koşarak giren kızıl saçlı ve kaşlı bir kız öğrenci "bahçeye çıkacakmışız, hoca dedi." dedi. O anda sınıftan sevinç ve üzüntü sesleri duyuldu. Kimi dışarıyı istiyordu soğuğa rağmen, kimi sınıfı.

Eşofman ve derse uygun üst giymek için, erkekler, erkeklere özel soyunma odasına, kızlar da, kızlara özel soyunma odasına gidecekti. Yağmur ve Rüzgarla birlikte sınıfın geri kalanı sırt çantalarından poşet içinde kıyafetlerini alıp soyunma odasına gittiler. Koridor her zaman sınıftan daha soğuk olurdu. Beyaz florasan lambaların yaydığı ışıkla bej rengi fayanslar ve solgun sarı duvarların ortaya çıkardığı renk Rüzgar'a göre tam anlamıyla bunaltıcı,karamsar, iğrenç ve yapış yapış hissettiryordu.

Rüzgar soyunma odasına giderken turkuaz ojelerinin bozulduğunu farketti. Bu onu biraz üzdü, iki saniye falan yani. Koridorda her beş adımda birisiyle çarpışıyordu. Okul bir hayli kalabalıktı ve tenefüstelerdi. Önce erkekler ardından Rüzgar soyunma odasına girip kapının arkasına bir tahta sıra koydu. Okul müdürünün üstün zekası onlara böyle bir çözüm sunmuştu. Her masraftan kaçına kaçına, sorunlar artık onun için sorun olmaz hale gelmişti. Ha bu arada odada kabin olduğunu sanmayın, kapısının arkasına sıra konulan bir soyunma odasında kabin büyük bir lüks olurdu ve bazı kişilere göre öğrenciler bu lüksü bile haketmiyorlardı. Tuvalette sabun olsun, yerler silinsin, kalorifer bazen çalışsa onlara yeterdi düşüncesindeler. Ama o çalıştırılmaya kıyılmayan klima bozulsa parası öğrencilerden istenirdi.

Soyunma odasında öğrenciler soyunurken, ergenlikten nasibini sonuna kadar almış yeşil eşofmanlı bir öğrencinin gözleri Rüzgar'ın ince ve nemsiz bacaklarına takıldı. Yanındakiyle fısıldaşmaya başladı, o da diğer yanındakiyle. Ardından aralarında sessiz ve alaycı bir şekilde gülmeye başlayınca etraftaki öğrenciler neye güldüklerini sordular.

Yeşil eşofmanlı çocuk küçümseyen ve hafif iğrelti duymuş gibi bakışlarla Rüzgar'ın bacaklarına bakarak "Rüzgar'ın bacaklarına bakarsanız anlarsınız, kıllarını hiç mi almamış, iğrenç!" dedi tiksintili bir ses tonuyla. Bunun üstüne diğer öğrencilerin gözleri Rüzgar'ın bacaklarına döndü. Hep bir ağızdan iğrenç ve ayıp olduğunu tartışmaya başladılar. İçlerinden biri "Midem bulandı." diyince Rüzgar'ın bozulmuş olan sinirleri daha çok bozuldu. Rüzgar, öğrenciye karşı dönerek:

-"Herhalde senin bacaklarından kıl değil pamuk şeker çıkıyor, bu kadar miden bulandığına göre, öyle olmalı." dedi. Genelde sessiz,sakin ve yalnız takılan Rüzgar'ın bu sert çıkışına sınıfça şaşırdılar.

-"Yok bende de çıkıyor kıl ama ayıp, ayrıca iğrenç bir görüntü."

-"Madem ayıp bir tek bana mı ayıp? Nice kıllı bacaklarıyla şort giyen kadın varken benimkiler mi mideni bulandırdı? Ne fark var ki arasında ikisi de aynı şey, vücuttan çıkıyor." dedi Rüzgar öfkeyle.

-"Öyle ama ne bileyim çirkin duruyor erkekte kıl tüy, kadınların almasına gerek yok normal duruyor onlarda."

Rüzgar "Siz laftan anlamadığınız için, konuşmayacağım daha fazla."dedi ve soyunma odasından çıktı. Çıkarken arkadan kahkaha sesleri duydu. Zaten üstünü laf arasında çabucak giymişti. Neden daha erken çıkmadım diye düşünerek pişmanlık yaşıyordu şimdi de. En çokta kendi cinsinden olanların ona böyle davranması üzmüştü onu. "Anlayış diye bir şey kalmamış!" dedi içinden merdivenlerden ayaklarını sertçe yere vura vura inerken.

Arkasından diğer erkeklerin de geldiğini görünce daha hızlı adımlarla çirkin merdivenlerden inmeye başladı. Bir ara ayağı kayar gibi olsa da çabucak toparlandı. Kimseyle yüz yüze gelmek istemiyordu en çokta cahillerle. Evet ona göre arkadaşları cahildi. Uzaya çıksalar bile, kadınla erkeğin eşit olmayışını kabul edemedikleri sürece cahil olarak kalacaktılar gözünde. Karşı bir görüşe normalde şans verirdi ama bu konularda hassastı.

Okul bahçesine inince sabahki soğuğun azaldığını ve güneşin yavaş yavaş mesaiye başladığını hissetti. Yine arkadan sınıf arkadaşlarının geldiğini görünce adımlarını hızlandırıp, sıraya giren kızların yanına gidip sıraya geçti. Tüm öğrenciler sıraya girince genç ve güzel olan beden öğretmeni yoklama aldı. Sonrasında her zaman ki gibi öğrencileri serbest bıraktı aynı zamanda da okul binasına girmemelerini söyledi. Yine üstün zekalı müdürün emriymiş bu da. Yağmur, Rüzgar'ın yanına gelip çimlere oturmak isteyip istemediğini sordu. Rüzgar'dan red cevabı alınca "ah siz erkekler ne kadar naziksiniz!" dedi. Ardından kız arkadaşlarıyla birlikte dün gece ki futbol maçı hakkında tartışmaya başladı. Hiç kaçırmazdı maçları, hemen hemen her kız gibi.

Tüm ders boyunca Rüzgar boş boş oturdu ara ara akşamki partiyi düşündü, ne giyeceğini falan düşündü. Sonra düşünmekten başı ağrır gibi olunca bahçedeki ağaçlara, okulun önündeki benzin istasyonuna, bulutlara, pembe boyalı devasa devlet okuluna, yere,göğe baktı da baktı.Bir şey düşünmeden baktı, arkadaşlarına baktı bazıları gezindi, bazıları sohbet etti hatta bazıları kavga etti. Ağaçların minik hışırtısı kimilerine ninni gibi geldi kimilerine boş gürültü. Diğer dersler de her zaman olduğu gibi sıradan bir şekilde geçti. Anlatmaya değer pek de bir şey olmadı. Rüzgar uyudu,uyandı,ders dinledi, soru sorup cevap aldı. Yağmur da öyle. Sınıfın geri kalanı da öyle.

Son olarak tarih dersi de sona ermişti. Yaşlı ve sıradan bir tarih öğretmeni sıkıcılığıyla tüm sınıf yarı uyku ve uyanıklık arasında dinlemişti dersi. Aslında güzeldi tarih fakat öğretmen sıkıcı anlatıyordu. Sınıf öğle vaktinin çokta etkili olmayan sıcağından akşam üstü serinliğine geçerken okulda çıkış zili çalmıştı. Yağmur ve Rüzgar her zaman ki gibi eve birlikte giderken akşamki parti için Tamer'e hediye almak konusunda kararsız kalmışlardı. Paraları pek yoktu, zaten akıllarına hediye fikri de gelmiyordu.

-"Mandolin mi alsak?" dedi Yağmur. Ayağıyla küçük taşlara tekme atarken.

-"Pahalı."

-"Gitar?"

-"Pahalı."

-"Sende her şeye pahalı diyorsun Rüzgar."

-"Çünkü pahalı."

-"Haklısın." dedi yağmur.

-"Sen boş ver demiştin "hediye aldın mı?" dediğimde."

-"Dedim ama düşündüm de ayıp olur."

-"Kıyafet alalım o zaman, ne dersin?" dedi Rüzgar.

-"Aslında güzel bir hediye olurdu."

-"Akşama kadar almamız lazım."

-"Evet, buralarda yeni mağza açılmış, bakalım mı?"

-"Yağmur, benim eve gidip yemek yapmam lazım biliyorsun."

-"Biliyorum ama bu seferlik ben babamı ikna ederim." dedi sonra telefonunu heyecanla cebinden çıkartarak "Hatta babama mesaj atıyorum yemeği bugünlük o yapsın." Dedi.

-"Bugünlerde biraz hasta o."

-"Farkındayım, nesi var bu arada?"

-"Bilmiyorum, halsiz gibi. Belki de hasta bile değildir sadece yorgundur."

-"Olabilir. O çok yoruluyor, zavallı. Bir de üstüne bir işe girip çalışmak istiyor."

-" Çalışsa daha iyi aslında."

-"Ciddi misin? Babam yeterince yoruluyor zaten Rüzgar."

-"O yüzden değil ki."

-"Nedenmiş?"

-"Eğer bir işe girerse evden birkaç saat uzaklaşmış olur."

-"Evden neden uzaklaşsın ki? Ne varmış evde?"

-"Annem."

-"Anladım. Bende şu okula sırf evden birkaç saat uzaklaşmak için gidiyorum."

-"Bende öyle ama bir yandan da seviyorum. Hem seviyorum hem nefret ediyorum."

-"Nefret ediyorsan mezun olunca bırak okulu."

-"O zaman psikoloğum bozulur."

-"Psikolojin olmasın?"

-"Hayır psikolojim bozulmaz, benim direkt psikoloğum bozulur."

-"Komiksin."

-"Sen öyle san."

Bir süre sonra Rüzgarla Yağmur önlerinde duran yeni açılmış mağzaya bakıyorlardı. Pembe üstüne dikey kalın çizgili beyaz boyama şekliyle adeta yeni doğmuş bir erkek bebek odasını andıran bu mağzaya, Yağmur gülmeden duramadı.

-"Rüzgar şuraya baksana! Sanki beş yaşındaki erkek çocukların babalarının ellerini çekerek buraya getirmesi için yapılmış gibi. Bu ancak çocukların dikkatini çeker. Satış stratejisiyse çok komik eğer değilse daha komik."

-"Biraz çocuksu, evet. İçine bakalım bir de. Her şey dışarıdan görüldüğü gibi olmayabilir"

-"Bakalım, kesin oyuncak bebekler vardır içerde. İddiaya girelim hadi!"

-"Nesine?"

-"Bir düşüneyim." dedi Yağmur. Ardından elini bir filozof edasıyla çenesine koyup çenesinin ucunu biraz okşadı.

-"Türk Kahvesine ne dersin?" dedi Rüzgar.

-"Tamamdır. Kaybeden evde diğerine Türk Kahvesi yapacak."

-"Ben içeride oyuncaklar olmadığını söylüyorum, sende oyuncak var diyorsun, doğru değil mi?

-"Evet. Tamam girdik iddiaya. İyi olan kazansın."

-"İyi olan kazansın."

İkizler mağzanın içine girdi iddianın heyecanıyla. Fakat Yağmur kapıya biraz daha yaklaşınca kaybedeceğini hisseder gibi oldu. Biraz daha yaklaşınca belli oluyordu ki içi dışından farklı yapılmıştı. Duvarlar yeşildi üstünde hafif sim vardı boyanın. İçeri girince ortadaki kocaman bir metal sepetin içine karmaşık bir şekilde atılmış çeşitli kıyafetler gördüler, etiketleri olmasa ikinci el sanılacak kadar çirkin koyulmuştu bu sepete, adeta uzaktan fırlatılmış sonra arkasından "Basket!" diye bağırılmış gibiydi.
Pembenin ağırlıklı olduğu bu sepette arada maviler,sarılar,turuncular ve rengarenk basit düz tişörtler görünüyordu. Her modaya, her zamana, herkese uygundular. Yerlerdeki fayansların bebe mavisi olması ortamı çok aydınlatmıştı tabiki yukarıdan vuran florasan lamba ışığı da etkiliydi. Tavandaki köşelere yerleştirilen spot lambalar ve florasan lambalar olmasına rağmen tam mağzanın ortasına asılan camilerdeki gibi büyük, incili boncuklu aynı zaman da eğer düşerse birini öldürecek kadar da ağır görünümlü bir avize asılmıştı. Bu avizenin düşme riski herkesin aklından bir defa geçtiği için olsa gerek insanlar bu devasa avizenin altında durmaktan kaçınıyor, yürürken yukarı bakarak yürüyorlardı. Hatta küçük çocukların bazıları geçerken kafasını depremde korur gibi elleriyle sarmalıyor ve hızlı adımlarla koşarcasına yürüyorlardı. Bu avize düşse, kim bilir kaç kişinin travması olacaktı. İnsanlar ellerinde silahlarla, bıçaklarla gezer ancak korkutucu olur ama bir avize durduğu yerde yüreklere korku serper. Tuhaf iş doğrusu. Dünya denen bu mavi gezegende ne normal ki zaten?

İkizlerin gözleri mağzadaki gereksiz fazla ışık yüzünden biraz kamaşsa da çabucak alıştılar buna da. Etrafı gezmeye başladılar aslında çokta büyük bir yer değildi burası. Sadece aynalar ve ışıklarla bir göz yanılması yaratılmıştı. Yeşil simli duvarların önündeki birkaç açık askının yanına gidip incelemeye başladılar ürünleri. Yağmur pembe bir tişört eline alarak "Bu çok güzel tam erkek rengi!" Dedi. Rüzgar yüzünü ekşi bir şey yemiş gibi buruşturarak:

-"Ne alaka Allah aşkına?" Dedi.

-"Ne alakası mı var Rüzgar baksana pembe."

-"Tamam da erkek rengiyle ne alakası var?"

-"Pembe erkek rengidir çünkü. Mavi de kız, ama yeşil tuhaf her ikisi de giyer. Şey yeşil mi alsak Tamer'e."

-"Renklerin, eşyaların, saç kesiminin cinsiyeti yoktur Yağmur."

-"Nasıl yok? Kısa saçlı biri görünce erkek sanıyoruz, sanıyoruz dimi? Demek ki bak varmış?"

-"Sokratesin savunması bu savunmanın yanında halt yemiş."

-"Espiri yap sen ancak zaten. "

-"Madem öyle diyorsun Yağmur, Sen şimdi saçını kestirsen tıpkı bir erkek gibi. O zaman erkek mi olmuş oluyorsun?."

-"Saçmalama tabiki olmam."

-"O zaman teknik olarak cinsiyeti yok."

-"Bu gidişle partiye de geç kalacağız, eve de."

-"İddiayı ben kazandım bu arada. İçeride oyuncak yok."

-"Farkındayım."

Yağmur ve Rüzgar bir süre daha mağzada oyalandıktan sonra Tamer'e verecekleri hediyeleri alıp ikisi de sırt çantalarına sıkıştırdı. Rüzgar Tamer'i pek tanımıyordu aslında, ayıp olmasın diye hediye almıştı. Ama yine de Tamer'in hediyeye sevineceğini düşünmüştü çünkü herkes hediyeleri sever. Ardından sıcak mağazadan soğuk sokağa çıktılar. Hava çok soğuk değildi aslında fakat ılık da değildi. İlkbahar serinliği diyelim. İkizler yolda sohbet ederek, şakalaşarak eve geldiler.

Kapıyı Yağmur çaldı. Babaları kapıyı açar açmaz "Neredeydiniz saat kaç olmuş? Başınıza bir şey geldi sandım, insan biraz evdekileri de düşünür." Dedi panikleyerek.

-"Merak etme baba, biraz oyalandık o kadar." Dedi Yağmur.

-"Tamam içeri geçin. Rüzgar sen mutfağa geç kabak soyacağız."

-"Baba bu sefer mutfağa ben geçiyorum."Dedi Yağmur birden sözünü bölerek.

Babası büyük bir şaşkınlıkla:

-"Kız kısmı mutfağa mi girermiş hiç?"

-"Girer babacım, Rüzgar'la iddiaya girdik o kazandı, ona kahve yapacağım. "

-"Ayol ne iddiası bu? Sen kahve yapmayı nerden biliyorsun?"

-"Küçük bir şey ya boşver, ben mutfağa geçiyorum. İnternetten izlerim, öğrenirim kahve yapmasını. " Dedi Yağmur

-"Ay dur yakacaksın mutfağımı! ben yaparım. "

-"Olmaz baba ben yapacağım, ayrıca bir kahve altı üstü abartma."

-"Peki yakarsan haber ver söndürelim."

-"Ne komik ama." Dedi Yağmur.

Rüzgar sözlerinin bittiğini farkedince

-"Bende üzerimi değiştireyim o zaman" dedi.

Rüzgar odasına gülümseyerek giderken. Babası da bahçeye çıktı oradaki ağaçları hem suladı hemde onlarla sohbet etti. Normalde çiçeklerle sohbet eden çoktur ama ağaçlarda güzel sohbet eder. Bunu yaşayan bilir ancak.

Ortalama on dakika sonra Rüzgar üstünü değiştirmiş bir vaziyette salondaki L koltukta uzanarak televizyon izliyordu. Hayvan belgeseli izlerken karşısına çıkan parçalama ve öldürme sahneleri çıkınca yüreği dayanamıyordu ve ara ara gözlerini kurumuş elleriyle kapatarak kendini ve bilinçaltını o görüntülerden koruyordu. Yağmur ise kahve denemesinde ikinci kahvedeydi. Birincisini becerememişti, aslında taşmaktan kahve kalmamıştı cezvede desek daha doğru olur. Kalsa da tattığı kadarıyla acı olmuştu kahve.

O sırada kapı çaldı. Rüzgar annesinin geldiğini anladı. Artık kapı çalışından, ayak sesinden kimin geldiğini kimin gittiğini anlardı. Baskıcı bir ailede yetişmenin verdiği bir çeşit yetenekti bu. Rüzgar uyuşmuş eklemlerine rağmen kalktı kapıyı açtı sessizce. Annesinin bir elindeki şeffaf poşetin içinde büyükçe bir kereviz vardı, diğer elinde çantası vardı, bir hayli şişkindi bu çanta her zaman ki gibi . Ayrıca her zaman ki trafik sıkışıklığından oluşan öfkeli yüzü bugünde vardı. İnsanların çoğu işten bu saatlerde döndüğü için hep sıkışık olurdu ama annesi hala onun talihsizliginden olduğunu düşünürdü. Aslında az düşünürdü. Bugüne kadar yumruğu kafasından daha çok iş yapmıştır. Kendisi bir inşaatta duvar örüyordu. Üstü başı kir içinde otobüse binmeye hala alışamamıştı, bu yüzden işten çıkınca üstünü değiştirirdi, çantası da o yüzden hep şişkin olurdu.

Anne ayakkabılarını çıkartıp salona girdi elleri hala doluydu. O sırada Yağmur içeriye elinde bir tepsiyle girdi, tepsinin üstünde de bir fincan türk kahvesi vardı. Yavaşça Rüzgar'ın yanına gitti önünde çok hafif eğilerek kahveyi ikram etti. Rüzgar'ın kalbi köpek görmüş kedi gibi çarpıyordu o an, gözleri yerinden çıkacakmış gibi bakıyordu Yağmur'a. Yağmur dikkatini tepsideki kahveye verdiği için köşede elleri dolu olan annesini farketmemişti henüz. Farkedince başından aşağı kaynar sular döküldü. Annesi hiçbir şey söylemedi. Yavaşça Rüzgar'la Yağmur'a yaklaştı. Elindeki şeffaf poşetteki kerevizi sallayarak birden Rüzgar'ın kafasına vurdu. Rüzgar o an acı bir çığlık attı. Korkudan Yağmur'un elindeki kahve yere düştü, yerler kirlendi. Ama o an bunu umursayan yoktu. Rüzgar kafasını anlık bir refleksle biraz olsun koruyabilmişti, ellerini kullanarak. Ama elleri ve kafası acıyordu yine de. Sesten dolayı baba bahçeden koşa koşa salona geldi. Ne olduğunu sormaya cesaret edemedi karısının gözlerindeki öfkeyi farkedince. Rüzgar'ı kollarıyla sarmalayarak odadan çıkmakla yetindi.

Anne küçüklükten beri çocukların gözlerini öyle bir korkutmuştu ki, ne Yağmur ne de Rüzgar tek bir kelime etmeye cesaret edemiyorlardı. Kendi aralarında, bir çok defa artık onun şiddeti ve haksızlıkları karşısında susmayacaklarına dair karar alsalar da onunla yüz yüze gelince bu karar çürüyüp gidiyordu. Anneleri başlı başına büyük bir travmaydı. Sanki o ev bir ülke ve annesi o ülkenin cumhurbaşkanı gibi son söz hep ona ait olurdu. Önüne yeni yasalar koyulsa tek bir el hareketiyle red ederdi. Halbuki diğer insanların gözünde o kadın duvar ören ve utangaç bir kadından ibaretti. Evet anne insanlar içinde çekingen davranırdı. Orada ona karşı bir haksızlık yapılsa dahi susardı, eve gelince hırsını evin içindekilerden çıkartırdı. Misafir gelince melek gibi olurdu, kibar konuşur çocuklarının ne kadar önemli olduğundan bahsederdi. Okulda gösterdikleri en küçük bir başarıyı bile atlamaz, evde temizlik yapılışına kadar överdi onları. Misafir gidince geceki melek kılığına girdiği halinden aniden çıkar ve çocuklarına kan kustururdu. Rüzgar ve Yağmur herkesin annelerinin böyle olduğunu sanıyorlardı. İyi annelerin nadir bulunduğunu da bilirlerdi, arkadaşlarının anneleri o nadir insanlardandı.

Baba ve Rüzgar, Rüzgar'ın odasına geçti. Rüzgar ağlamamaya çalışmıyordu bu sefer. Ağlamakta haklı olduğunu biliyordu. Varsın erkek gibi ağlıyor desinler diye düşünüyordu. Tam olarak elinin ve kafasının acısına da ağamıyordu, gördüğü muameleye ağlıyordu, dinlenmemsine, soru sorulmaya bile tenezzül edilmemesine kırgındı. Biraz sonra içeri Yağmur girdi. Onun gözleri biraz dolmuştu, kendisini sıkıyordu duygularını belli etmemek için, hep bu söylenmişti çünkü ona duygularını saklaması gerektiğini, erkek gibi ağlamaması gerektiğini ve hatta güçlü olduğunu. Ama o güçlü olduğunu hissetmiyordu, bu yüzden hep bir eksiklik vardı içinde. Babasıyla ellerinden geldiğince Rüzgar'ı teselli etmeye çalışıyorlardı. Fakat o "hepinizden tiksiniyorum" der gibi gri yorganının altına girdi. O hareketi Yağmur'un gözünde "yalnız kalmak ıstiyorum,hepiniz gidin." Demekti.

Yağmur babasına :
-"Hadi içerideki kahveyi temizle babacım, annem daha fazla sinirlenmesin." Dedi.

-"Tamam o kolay iş ama kimse neden ne olduğunu anlatmıyor? Ne oldu bana da anlatın Allah aşkına, meraktan ölüyorum."

-"Annem, benim Rüzgar'a hizmet ettiğimi düşündü kahveyi görünce sonra elindeki kerevizi poşetle birlikte sallayarak Rüzgar'a vurdu, hepsi bu."

-"Sen de neden onun yanında veriyorsun ki kahveyi?"

-"Farketmedim ki orda olduğunu, hatta evde yok sanıyordum."

-"Beni Rüzgar'la biraz yalnız bırakır mısın baba?"

-"Peki, söyle şuna su içsin, elini yüzünü yıkasın. Sanki ilk defa dayak yedi, abartmasın." Dedi ve odadan çıktı baba.

Yağmur dolan gözlerini silerek Rüzgar'a baktı. Gri yorganına sığınmıştı ikiz kardeşi. "Rüzgar, bugün sanırım partiye gidemeyeceğiz."

Rüzgar bunu duyar duymaz yorganı üstünden attı.

-"Hayır, gideceğiz!"

-"Hayatta izin alamam, annem çok sinirli, kendime bile izin alamam."

-"İzin almayacağız zaten."

-"Saçmalama, bırakmaz."

-"Gizlice gideceğiz."

-"Kaçacağız yani."

-"Evet!"

-"Saçmalıyorsun!"

-"Bıktım ben bunların yaptıklarından Yağmur, kaçalım işte belki hatalarını anlarlar."

-"Daha çok iş açacaksın başımıza Rüzgar."

-"İş açtığım yok, sadece biraz özgür olmaya hakkımız var dimi?"

-"Var ama söylediğin şey olmaz."

-"O zaman tek giderim."

-"Yolu bilmiyorsun ki!"

-"Bulurum bir şekilde, sora sora."

-"Ne yapacaksın yoldan geçenlere 'Tamer'in evi nerede' mi diyeceksin?"

-"Gerekirse evet."

-"Köy mü burası? nerden tanısınlar Tamer'i? Ayrıca sende ne çok seviyormuşsun onu, şaşırdım."

-"Sevgiden değil ki."

-"Neden?"

-"Kaçmak istiyorum. Böylece annemi cezalandırmak istiyorum."

-"Aslında mantıklı. Hemen paniğe kapıldığı için iyi bir ceza olur."

-"Ama işte polise gitmesinden korkuyorum."

-"O da var tabi."

-"Her neyse ben karar verdim bu gece gideceğiz. Var mısın yok musun Yağmur?"

-"Varım. Sen benim ikizimsin sonuçta. Ama eğer ikizim olmasaydın ben yine sana varım derdim."

-"Seni seviyorum ikiz."

-"Ben giyinmeye gidiyorum. Birlikte arka bahçede buluşalım Rüzgar."

-"Tamamdır, bende hazırlanıcam."

Yağmur parmak uçlarına basa basa odasına gitti. Hava kararmıştı, mutfaktan bulaşık sesleri geliyordu. Büyük ihtimalle babası kabak pişiriyordu, aklında sorularla. Yan odadan ise televizyon sesi geliyordu, Rüzgar biraz daha dikkat kesilince akşam haberlerine veda edildiğini anladı, veda vaktinde her zaman ki gibi televizyonun sesi daha çok kısılırdı. Haberler bittiğine göre saat akşam sekize geliyordu. Bu akşam annesinin en sevdiği dizi vardı, annesinin dizilerini pek sevmezdi. Vurdulu kırdılı Osmanlı dizileri derdi Rüzgar bu tarz dizilere. Savaşı da sevmezdi, kılıcı da, o eski yaşantıların görüntülerini de, yani kısaca bu türü sevmezdi. Babası gibi mizahi yönden başarılı dizileri severdi. Ama artık sinema dünyası, komedi dizileri diye, ağlanacak hallere gülünecek senaryoları insanların gözleri önüne çekinmeden seriyordu. Erkeğe şiddet, kan, silah, şantaj,aşk,para... bunlar sevilen türk dizilerinin mayasını oluşturuyordu.

Rüzgar yavaşça fakir kahverengisi kıyafet dolabını açtı. Dolabın menteşeleri uzun zamandır kupkuru olduğu için çirkin bir ses çıkartmıştı. İçinden siyah bir kot pantolon ve mavi üzerinde ingilizce "hayat yaşamaya değer" bir kazak çıkarttı. Soyundu, aynanın karşısına geçti. Zayıf vücudundaki, yara izlerine baktı, annesine daha çok öfkelendi. Hepsini annesi yapmıştı. Kazağı ve pantolanu giydi,saçlarını taradı ve son olarak da şeker kokulu bir parfüm sıktı.

Arka bahçeye çıktığında Yağmur onu bekliyordu. Yağmur fuşya rengi güzel bir elbise giymişti. O elbise onu çok zarif gösteriyordu. Siyah gür saçlarını yukarıdan at kuyruğu yapmıştı, ellerine de çeşitli yüzükler takmıştı. İkizler ayakkabılarını giyip hızlıca çıkmak istiyorlardı evden. Tam gidecekken arka bir şeyin düştüğünü farkettiler. Yürekleri ağzına geldi, ikisinin de elleri titremeye başlamıştı. Biraz sonra kedileri Ekmek, karanlığı aşıp yanlarına gelince derin bir oh çektiler. Yağmur, Rüzgar'a fısıldamaya başlamıştı.

-"Rüzgar biz nasıl başaracağız baksana kedi bile kalbimin durmasına yetti."

-"Sus duyacaklar kız."

-"Tamam hadi gidelim."

-"Hediyeyi unutmadın dimi!"

-"Yok unutmadım, sen?"

-"Unutmadım, yanımda."

-"Tamam artık gidelim yakalanacağız."

-"Bekle! Telefonunu çıkar."

-"O ne be ekonomi konusu açılınca yaşlı amcaların savunma yapması gibi."

-"Arayamasınlar."

-"Neden?"

-"Arayabilseler annemi cezalandırmış olmayız ki, onun panikten ellerinin titremesini istiyorum."

-"Rüzgar ileri gidiyoruz."

-"Gidelim."

Yağmur camı çatlak beyaz telefonunu Rüzgar'a uzattı, o da arkadaki kanepeye fırlattı. Bahçeden yavaşça ve sessizce çıkmayı başardılar. İkizlerin evden ilk kaçışıydı bu. Acemilerdi ne yapacağını bilmiyordular, tek yaptıkları şey dümdüz Tamer'in evine gitmekti. Sokak lambasının aydınlattığı bu yollardan daha önce hiç bu kadar stres içinde geçmemiştiler. Hala elleri titriyordu, koşarcasına büyük ve hızlı adımlarla yürüyorlardı. Büyüdükleri sokaklardan geçerken, sanki bir yabancıymış gibi davranıyorlardı sokaklara. Oysa onları o sokaklardan iyi tanıyan var mıydı? Her öfkeyle söylenişlerinde o bastıkları beton dinlemişti dertlerini, her ağladıklarında o ağaçlar görmüştü onları. Dışarıdan onları görenler, bu kadar hızlı yürümelerine şaşırıyor, kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.

Biraz daha yürüdükten sonra yavaşladılar. Yorulmuşlardı dahası içlerinde adını bilmedikleri bir organ, karın bölgelerinde çıkacakmış gibi sancılanıyordu, çok ağrıyordu. Alışık değillerdi bu kadar koşarcasına yürümeye.

Tamer'in evine vardıklarında ayaklarına kara sular inmişti. Tamer'in evi bir saatlik bir yürüme mesafesi uzaklığındaydı. Kapıya yaklaştıklarında müzik sesi gelmiyordu. Bir an partinin bittiğini sandılar, çok üzüldüler. Yağmur "yine de kapıyı çalıp hiç değilse hediyesini verelim." Dedi. Kapıyı çaldıklarında kapının ardından gelen ayak sesleri ikizleri umutlandırmıştı.Tamer güler yüzle kapıyı açtı:

-"Hoşgeldiniz çocuklar." Dedi.

-"Hoşbulduk." Dedi ikizler.

Yağmur endişeli bir ses tonuyla:
-"Partiye yetişemedik sanırım."

-"Yoo yetiştiniz, parti hala devam ediyor. Hatta yeni başladı."

-"Ya ne güzel."

Tamer, kardeşleri içeriye davet etti, ayakkabılarını çıkarttılar. Rüzgar içeri girince biraz hayal kırıklığına uğradı. Onun düşündüğü parti daha kalabalık ve eğlenceliydi. Bu küçük kırmızı duvarlı evde en fazla on beş kişi vardı, oysa izlediği filmlerde yüz kişi olurdu bazen iki yüz. Ama bu onu pek üzmedi. Genelde yalnız takıldığı için kalabalıklar arasında biriyle tanışmaktan daha çok çekineceğini düşündü. Daha çok pasta yiyebileceğini de düşününce morali yerine tam geldi hatta az kişi olmalarına sevindi bile. Tamer'le Yağmur beyaz bir koltuğa oturmuş sohbet ediyorlardı. Gittikçe yakınlaşmaları Rüzgar'ı biraz rahatsız etmişti ki ışıklar söndü, mumlarla aydınlatılmış üstünde birkaç çilek ve portakal olan pembe bir pasta geldi. Herkes alkışlayarak "İyi ki doğdun Tamer!" Diye bağırıyordu. Onlar bağırdıkça pasta giderek yaklaşıyordu. Birisi Tamer'e mumlara üflemeden önce dilek tutmasını söyledi. Birkaç saniye japonları andıran gözlerini kapadı ve dudakları kıpırdadı Tamer'in ve sessizce birden üfledi. Buna rağmen pastanın üzerindeki 18 mumu 3 üfleyişte söndürebildi. Alkışlar arttı, pastayı masaya koydular ve sarılma faslı başladı. İlk olarak Yağmur'a sarıldı Tamer. Sonra birlikte düzenli olarak hentbol oynadığı iki arkadaşına. Rüzgar'a sarılınca "şekerli parfüm mü?" Diyip biraz gülümsedi. Pastayı kesmesi için Tamer'e büyük bir bıçak verildi. O ilk kesiği atıp bıraktı. İlk kesikte alkış kıyamet koptu.
Kendi evlerinde doğum günü kutlanınca böyle alkışlanmazdı. Pasta gelirdi ortaya, babası dilimlere ayırıp tabaklara katardı, yanında da kola verirdi. Ailece televizyon izleyerek yenirdi pasta. Ne alkış olurdu ne bağırışlar. Ama Ekmek neşe katardı doğum günlerine, herkesin pastasını koklamakta ısrar ederdi, sonra da yemeye kalkardı "babacım o sana zararlı ama" deseler de kıyamayıp parmak ucuyla üstten pastanın kremasını biraz sıyırıp ona uzatırdılar, Ekmek de büyük bir keyifle yalardı onu. Evde yemediği doğum günü pastası kalmazdı, hiç vermeseler bile boş tabakta kalanları yalardı. Tabak yeni yıkanmış gibi parlardı sonra. Ailece bu duruma alışık oldukları için Ekmek'in bu halleri onlara son derece sevimli ve masum gelirdi, aslında zaten öyleydi.

Biraz sonra pastayı dilimlemek için götüren çocuklar ellerinde tepsilerle geldiler odaya. Herkese bir dilim pasta ve içecek dağıttı. Rüzgar bu pasta anını hevesle beklemişti. Pastaların dağıtımı bitince kapı çaldı. Fakat bu çalış normal bir çalış değildi. Öfkeli eller tarafından kapıya vuruluyormuşcasına sert ve gürültülü bir çalıştı. "Aslında birini beklemiyordum." Dedi Tamer. Ardından kapıyı açmaya gitti. Sadece birkaç saniye sonra içeriye Yağmur ve Rüzgar'ın annesi girmişti. Annenin öfkesi gözlerinin içinden belli oluyordu. Hızlı bir el hareketiyle birden Rüzgar'ın saçından Yağmur'un da sertçe kolundan tutup kendine çekti.

-"Burada ne işiniz var!?" dedi anne.

-"Arkadaşımızın doğum günü anne o yüzden..." dedi Yağmur.

-"Bunun için evden kaçmanıza gerek yoktu, neden bana söylemediniz?"
Annenin bu sözlerine karşın içerideki insanlar çok şaşırmışlar hatta aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı bile.
-"Sinirliydin."

-"Bahaneniniz de iyi olsa bari."

-"Gerçekten anne. Yoksa neden sana haber vermeyelim."

-"Kaçtığınızı biliyorum."

-"Kaçmak demeyelim ona, sadece haber vermedik."

-"Kaçma planınızı bile duyduktan sonra hiç inandırıcı gelmiyorsun Yağmur. Ben sizi yalanla büyütmüşüm meğer. Ne yalancı çocuklarmışsınız."

-"Plan falan yok anne, yanlış duydun herhalde."

-"Rüzgar yaptı planı hatta. Sen bi çekilsene şuna gününü göstereyim."

-"Anne burda olmaz."

-"Hep o aklına giriyor zaten senin. Bana onu savunma. Bugünkü olaydan sonra nasıl böyle bir şeye yeltenirsiniz aklım almıyor."

-"Bugünkü olay aslında büyütülecek bir şey değildi."

-"Ha yani ben büyüttüm olayı? "

Annenin bu sözleri üzerine Rüzgar tüm korku ve endişesine rağmen kendini tutamayıp. "Evet, sen büyüttün." dedi. Ardından annesi aniden saçını daha sertçe çekip onu biraz önce mutlu bir şekilde, arkadaşlarıyla sohbet ettiği beyaz L koltuğun üzerine itti. Kontrolsüzce tokat atıp küfürler savururken odadaki insanların bir kısmı bir yerlere kaçışırken, diğerleri askılıkta duran ceketlerini hızlıca alıp evi terk ediyordu. Yağmur annesinin kolundan tutup ona durması için yalvarıyor aynı zamanda da ağlıyordu. Tamer de Yağmur'a durmasını söyleyip onu çekiştiriyordu. Odada çalan müzik anneyi daha fazla öfkelendiriyordu. Bir yandan kontrolsüzce şiddet uygularken bir yandan da söyleniyordu. "Demek evden kaçarsınız ha! Bu günleri de mi görecektim? Ben sizi böyle yetiştirmemiştim. Annenizim ben, bir yabancı mıyım sanki bana haber vermiyorsunuz? lanet çocuklar. İyi ki iki çocuk yapıp bırakmışız daha fazlasıyla nasıl baş ederdik? Peki ya onlar da sizin gibi yalancı ve evden kaçan çocuklar olsalardı? Allah'ım bu çocuklar bir gün gömecek beni bu gidişle. Ne yaptım da bunlar böyle oldu? Hep babalarının suçu. Çok şımarttı bunları çok. Ama ben size yapacağımı bilirim. Bunlar ne ki daha neler yapacağım."

Anne birkaç dakika sonra nefes nefese kaldı ve bir koltuğa yığıldı. Hala söyleniyordu. Evdeki diğer insanlar da kavganın bittiğini görünce evlerine dağıldı.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Futbolcu dendiğinde ilk aklına kim geliyor?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.