Bilindiği gibi, vefat eden bir insan, yıkanıp kefenlendikten sonra, insanların huzuruna getirilerek, haklarını hela etmeleri ve dua istenir. Bu uygulamaya dini gelenekte “cenaze namazı” denir.
Görüldüğü üzere, cenaze namazı kılınırken, Ölen kişilerin isimleri zikredilmez. Erkek ise “er kişi niyetine”, kadın ise “ hatun kişi niyetine” denilerek başlanır. Niye? Çünkü artık ölen kişilerin, ne isimlerinin, ne de statülerinin hiçbir ehemmiyeti kalmamıştır. Amir-memur, varlıklı-varlıksız, az dindar-çok dindar, genç-yaşlı olup olmadıklarına bakılmaksızın hepsine “er kişi niyetine”, kadın ise “ hatun kişi niyetine” denilerek uğurlanır.
Düşünsenize, devlet başkanısınız, orduları yöneten komutansınız, dünyanın en zengin/varlıklı kişisiniz, dünyanın en büyük projelerine imza atmışsınız, sanatınızla, eserlerinizle bütün dünyayı etki altına almışsınız, kürsüdeki hitabınızla insanları coşturmuşsunuz, şiirlerinizle insanları büyülemişsiniz… lakin “ölüm” denilen o büyük hadise, bütün bu ünvanları silip yok ediyor ve herkesi musalla taşına yatırarak eşit hale getiriyor. Bundan daha büyük bir hadise ve daha etkili bir nasihat olabilir mi?
Ölüm hadisesine her gün ilmel yakin, aynel yakin ve hakkel yakin” (yani bilerek, görerek ve yaşayarak) şahit olmaktayız; lakin halen çoğumuz bilmek, görmek ve yaşamak istemiyoruz. Her zaman onu çok uzaklarda görüp, bir türlü kendimize yakın görmüyoruz ve çok sevdiğimiz bir yakınımızı kaybettiğimizde “ölümün erken oldu, ölüm sana yakışmadı” gibi teranelerle isyana kalkıyoruz. Halbuki Allah’ın kaderinde, “her doğan ölecek yaştadır” şeklinde bir hüküm vardır.
Evet, akledip görebilenler için, en büyük olay ve en etkili nasihat ölümdür. Ölüm, bir çağı/hayatı kapatıp, yeni bir çağı/hayatı başlatan yegane yazgıdır. Onun için ölüm, yok olmak değil, yeni bir sisteme/hayata adım atmaktır.
Ölüm, sınavdan çıkıp yaşadıklarımızın sonucunu görmeye gitmektir. Ölüm, yaptığımız iyilik ve kötülüklerin neler olduğuyla yüzleşmektir. Sonuçta ölümle, kimileri muradına erecek, kimileri de cehennemde azapla pençeleşecektir.
Onun için, “ölüm” denilince ilk akla gelen soru, “Allah’a nasıl hesap vereceğiz” olmalıdır. Yoksa nasıl öleceğimiz, nasıl kaldırılacağımız, kabirde nelerle karşılaşacağımız, orada sorulan sorulara doğru cevap verip veremeyeceğimiz, sırattan nasıl geçeceğimiz gibi “ölüde hiçbir karşılığı olmayan” hususların hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Evet, ölüm demek yeni bir hayata adım atmak ve yaptıklarımızla ahirette yüzleşmek demektir. Orada hiç kimseye (torpil anlamında) yardım edilmeyeceğini, sadece kendi çalışmalarıyla değerlendirilmeye alınacağını Rabbimiz işin başında (bu dünyada) haber vermektedir.
“Öyle bir günün azabından sakının ki o gün, hiç kimse diğerinin kurtuluşu için bir ücret ödeyemeyecek, hiç kimsenin şefaatı/aracılığı kabul edilmeyecek, hiç kimseden bir fidye alınmayacak ve hiç kimseye yardım edilmeyecektir.” (Bakara suresi, 48)
“Kendiniz için önceden ne tür bir iyilik gönderirseniz, Allah katında onu bulacaksınız.” (Bakara suresi, 110)
“Unutmayın! Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. Kesinlikle mallarınızla ve canlarınızla sınanmaktasınız.” (Al-i İmran 185)
“Allah, “Kimler en güzel işler yapacak” diye ölümü ve hayatı var etti.” (Mülk 2)
Öyle ise, mademki bize tanınan hayat/süre geçicidir, imtihan içindir, aldatıcıdır, oyun eğlenceden, kısa bir zevkten ibarettir ve mademki hayatın bitiminde tüm ünvanlar silinerek “er kişi niyetine” denilecek, o zaman, vahyin ve aklın önceliğinde hareket etmekten başka çaremiz yoktur.
Evet, öyle bir hayat/süre bizlere verilmiş ki asla tekrarı ve telafisi yoktur. Pişmanlık içerisinde istediğimiz kadar ikinci bir süre veya erteleme isteyelim, asla verilmeyecektir; zira yaratan Allah, sistemi böyle (bir kereliğine) tanzim etmiş ve bizlere şöyle öğüt vermektedir:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ın emirlerinden uzaklaştırmasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
Herhangi birinize ölüm gelip de “ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.
(Bilin ki) Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun suresi, 9-11)
Şöyle bir düşünelim! Bu corona mikrobu nice arkadaşlarımızı birkaç hafta içerisinde alıp götürdü. Bu arkadaşların pek çok hayalleri arasında belki de Allah’ı hoşnut edecek projeleri vardı; ama “ölüm” o projelerin gerçekleşmesine izin vermedi. Demek ki gün bugündür, fırsat bu fırsattır. İyilik asla ertelemeye gelmez.
Peki ne yapmalı? “Er kişi niyetine” denilmeden önce, kim hangi sıfata ve ünvana sahip ise, kim hangi meslek ve görevi icra ediyorsa, Allah’a ve yaratılanlara karşı sorumluluklarının bilincinde hareket etmeli, hak ve adalet konusunda çok titiz davranmalı, hiç kimseye zulüm/haksızlık yapmamalı ve asıl yatırımını ahiret hayatına yaparak muhsinler arasına girmeye hazırlanmalıdır. Bilmeliyiz ki ahirete değil de 80 yıllık hayata yatırım yapanlar, kesinlikle kaybetmişlerdir.
“(Ey Nebi!) Biz senden önce de (sonra da) hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen öleceksin de onlar ebedi yaşayacaklar mı? (Hayır!) Her canlı ölümle yüzleşecektir. Biz, sizleri iyilik ve kötülükle imtihan etmekteyiz. Sonunda hepiniz bize döneceksiniz.” (Enbiya 34,35)
Hayatı ve ölümü imtihan olarak görüp ona göre davrananlara ne mutlu!
Not: Başta Filistinli Müslümanlar olmak üzere tüm dünyada yaşanan zulümleri lanetliyor, öldürülenlere mağfiret, zindanlarda olanlara da bir an önce necat diliyorum.