Adalet,her mekan ve her zamanda huzuru ilalebed sürdürebilmek ve her daim sapasağlam dimdik ayakta kalabilmek için sahip olmamız gereken yegane dayanaktır.Bu dayanak sarsılır örselenirse her şeyin dengesi bozulur ve karmakarışık bir hal alır.Bir çok kavrama yapıldığı gibi toplumu temelden sarmak için adalet kavramının da içini boşaltıp bu kavramın içini kendi istedikleri gibi doldurdular.Her yerde aranan herkesin Leylası olduğu bu adalete ne yazıkki kavuşamıyor ve hatta her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Neden mi?Bu durum bana Nasrettin hocanın fıkrasını hatırlatıyor.
Nasreddin Hoca evde tespihini kaybetmiş. Bakmış ki ev zifiri karanlık, tespihini sokakta aramaya başlamış. Hoca’nın yerde bir şey aradığını görenler:
– Hayırdır Hoca, ne arıyorsun?
-evde tesbihimi kaybettim onu arıyorum.
– İlahi Hoca, evde neden aramıyorsun?
– Ne yapayım? Orası karanlık!diye cevap vermiş.
Nasrettin hoca misali karanlıkta kaybettiğini orda gözüm görmez bulamam diye aydınlıkta araması gibi bizde adalette bulamadığımızı eşitlikte arıyoruz.Yaptığımız trajıkomik olay aynı ancak arada büyük bir fark da var.Nasrettin hoca karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta ararken biz aydınlıkta kaybettiğimizi karanlıkta arıyoruz.
Adalet:Tüm dünyayı aydınlatacak bir güneş sistemi gibiyken,eşitlik ile fener ışığı mesabesinde yol katediyoruz.Adalet çok geniş bir kavram.Adaleti eşitlik gibi dar bir kavramın içerisine sıkıştırırsak adalet yerini bulmaz!Eğer eşitliğin adalet olduğunu söylersek haşa Allah adaletsizdir demiş oluruz.Çünkü Allah kimine çok verir kimine az,kimi zengindir kimi fakir.Aslında yapılmak istenen de odur.Eşitliğin adalet olduğuna inanan insanlar Allah'ın adaletini de sorgulamaya başlıyor.Allahu tealanın Nisa suresinde kadına bir erkeğe iki pay şeklinde yaptığı miras taksimatının kadına yapılan bir haksızlıkmış gibi lanse edilmesi meseleyi iyice karmaşık bir hale sokmuştur.Nitekim adalet bazen eşitsizliği gerektirir.Bir terazi düşünün,bir kolunda 50 gr.ağırlık mevcud ama diğer kolunda hiç ağırlık yok.Ben adaletli davranacağım her ikisinede eşit derecede ağırlık koyacağım dersen denge sağlanmaz.İşte bu yüzdendir ki birinin üstlendiği ağırlık diğerinden fazla ise ona ayrı şekilde muamele edilmeli.Bir çoğunun çığırtkanlığını yaptığı kadın erkek eşitliği de bunun gibidir.Allahu tealanın erkeğe verdiği mükellefiyetleri fazla olduğu için elbetteki bir takım imtiyazlar olacaktır.Allahu teala erkeğin sırtına eşine ve çocuklarına bakma gibi bir ağırlık yüklemiştir,kadının sırtında ise böyle bir ağırlık yoktur. O halde ikisine de aynı ikramda bulunması erkeğe adaletsizlik olur.Altı saat çalışan bir işciyle on iki saat çalışan işcinin aynı ücreti almadığı gibi.Bu durumu kaldıramayıp aşağılık kompleksine giren kadınlar kendi acziyetlerini ortaya koymuş olurlar.
Allahın miras taksimatına dahi sabır gösteremeyen kendisine eksik davranıldığını düşünen insanoğlu bir gün gözünü kaybettiğinde ansızın bir trafik kazasında kolu,bacağını kaybettiğinde buna nasıl sabır gösterecek?Ya Herkes koşup yürürken sen bir sandalyeye mahkum olacaksan herkes tüm dünyanın süsünü rengini görürken senin tek rengin karanlık olacaksa peki ya kulakların bir gün yalnız sessizliği duyacaksa buna nasıl sekinetle sabırla karşılık vereceksin?Onun ki neden benden fazla demiyecek misin?İşte bizlere bu lafları söyletebilmek için eşitlik sevdasıyla büyüttüler.Bu yüzdendir bir anne evladını kaybettiğinde ya Rabbi bu kadar çocuk varken neden benim yavrum diye serzenişi bu yüzdendir başkasının midesi türlü türlü yemeklerle doluyken fakirin ekmeğine buğz ederek bakışı bu yüzdendir hastanın sağlıklıya nefreti işte bu yüzdendir ahireti kaybedişimiz.Bir kavram ve kaybedilen bir dünya.
Bu kavram yeni ortaya atılmadı eşitlik sevdası yıllardan beri süregelen bir durum hatta bir izim.Burjuvanın altında ezilen proletarya denilen işci sınıfının baş kaldırmasıyla markist önderliğinde kurulan komünizimin amacı da sınıfsız komin bir toplum oluşturmaktı.
Milyonlarla ticaret kuran bir iş adamının beyninin işlevi ile evinin yolunu zor bulan bir beynin işlevi bir tutulacaktı.
Bir burjuva sınıfı gibi konuştum sanki...
Kastım işci sınıfını hor görmek değil elbette,ancak ortada bir hakikat var.Beyin fonksiyonlarımız algılarımızın düşüncelerimizin hatta parmak izlerimize kadar her şeyimizin bu kadar ayrı iken herkese aynı muamele yapılması gayet ütopik bir durum.Ve zaten bu kadar hayellerle dolu bir izim gerçeklere karşı yeterince savaşamamış hiçbir zaman kendi vaadleri doğrultusunda tam bir hakimiyet kuramamıştır.
Allah kimine az kimine çok verirken farz olan zekatla çok verdiği kulları az verdiği kullarına yardımcı olmalarını istemiştir Rabbimizin bunda muradı nedir?İsteseydi herkese eşit verebilirdi ancak bir kardeşlik bir dayanışma örneği görmek istedi.Maneviyat penceresinden hiçbir zaman açıp bakamayan insanoğlu oradaki renk çümbüşünü yerin halısı yeşilliği göğün tavanı maviliği seyre dalamayıp maddenin penceresinden bakarak kendisini karanlığa hapsetmiştir.Evet karanlıktır bu pencere hemde öyle karanlık ki beynini delen bu ışığın nurunu söndürebilecek kadar karanlık.Merhamet yok bu pencerede dayanışma yok kardeşlik yok.Bakılan tek şey terazideki ağırlık,ona ne verildiyse bana da o verilmeli.Çünkü:Ne birinin yardımını kabul edecek mahçup bir kalp ne de birine yardım edecek merhametli bir kalp yok artık!Oysa Rabbimizin istediği tamda bu kamil kalbi meydana getirmekti.Ne yazıkki her durumda eşitlik kavramını arayan algılarımız düzelmedikçe bu kamil kalbe sahip olamayız.
Eşitliğin darbe vurduğu başka bir konu günümüzün evlilikleri.
Bu adalet sandığımız eşitlik nedeniyle bir çoğunun evliliği darmadağın oluyor.Nasıl olmasın ki ?Allahu tealanın ayetinde buyurduğu gibi:Eğer yeryüzünde iki ilah olsaydı her şey bozulup giderdi.Ne okulda iki müdür ne iş yerinde iki patron ne de yeryüzünde iki ilah olmayacağı gibi bir evde de iki lider olmaz.Fıtrat gereği erkek korumayı kadın korunmayı sever.(Gerçi kadın ve erkeğin bile karıştığı kız gibi erkeklerin,delikanlı kızların olduğu şu dönemde fıtrattan ne kadar bahsedebiliriz bilemiyorum)ama gerçekte hakikat budur.Sahabe döneminin annelerinin evlenirken kızına verdiği öğütle sürdürülen evlilik ile şimdi ki anaların verdiği öğütle sürdürülen evlilik elbette bir olması beklenemez.
Esma binti Haris gelin giden kızına şu ana nasihatını etmişti:
"Sen, içinde büyüdüğün yuvadan çıktın; yatmadığın bir döşeğe ve alışmadığın bir dosta gidiyorsun. Sen ona yer ol ki, o da sana gök olsun. Sen ona çadır ol ki, o da sana direk olsun. Sen ona hizmetçi ol ki, o da sana kulolsun. Ona çok sokulma, sonra senden bıkar. Ondan çok uzaklaşma, sonra seni unutur. Kendi sana yaklaşırsa, sen de ona yaklaş. O senden uzaklaşırsa sen de ondan uzaklaş. Burnunu, kulağını, gözünü kolla; senden kötü bir koku almasın, kötü bir sözünü işitmesin, kötü bir şeyini görmesin."
Şimdi ki anaların nasihatı ise rakibini nakavt etmek isteyen bir boksere verilen taktiklerden farksız.Bu nasihatların sebebi kadın ve erkek eşitlik zıvanasından kaynaklanmaktadır.Vel hasıl kelam Allah a.c balığın fıtratını denize kuşun fıtratını gökyüzüne uygun yarattığı gibi kadının fıtratını kendi misyonuna erkeğin fıtratını kendi misyonuna uygun yaratmıştır.Kuşun yüzmek balığın uçmak istemesi ne kadar muhal bir durumsa kadın ve erkeğinde birbirinin misyonunu yüklenmesi oldukça muhaldir.
Allahın taksimatını beğenmeyip kendi çıkarları doğrultusunda tamamiyle nefsin harmanlayıp meydana getirdiği eşitlik ile adaleti sağlayabileceğini düşünüyorsanız adalete kavuşmanız ne yazıkki zordur.Hala inanıp bekliyorsanız...belki,Nasrettin hoca tesbihini bulursa sizlerde adaleti bulursunuz...:);)