Duygu ile Gökhan tartışmaktan yorulmuştu. Duygu ağlamaklı şekilde kafasındaki binbir düşünceyi yüzündeki hüzün ile bağdaştırarak, oturduğu koltukta manasızca kocasına bakıyordu. Gökhan karısını o halde görünce bir duraksadı. Hemen yanına oturup, ona daha dikkatli baktı. Yüzünde yaralar vardı, gözlerinin altı mosmordu. Alnında da şişlik vardı. Gökhan sesi kısık ve buğulu bir halde sordu;
''Duygu... İyi misin?''
Duygu cevap vermedi.
''Duygu ne olur cevap ver bana...''
Duygu sesi kısık bir halde; ''Gece evimize bir hırsız girdi. Arabamı, paraları, telefonumu çaldı. Beni dövdü ve...
''Ve ne?'' Gökhan daha ağırını duymaya hazır mıydı?
''Ve bana neredeyse tecavüz edecekti...''
Gökhan elini alnına vurdu. Gözleri doldu. Kendisini ağır bir suçlu gibi hissediyor, vicdan azabı çekiyordu. Gece evde olsaydı her şey daha farklı olabilirdi. Duygu'nun yüzünde o kadar çok ifade vardı ki, hangisine ne mana katacaktı? Acı çekiyordu, üzgündü, sinirliydi (ki bu sinirinin yarısı o alçak herife, yarısı da kendisineydi.). Gökhan bu durum karşısında çaresizdi ve söze nasıl gireceğini bilemedi. O yüzden ayağa kalktı ve deli gibi evde dolanmaya başladı. Telefonunu gördü ve eline alır almaz Duygu ayağa kalktı. ''Sakın, sakın kimseyi arama! Bir daha söylemeyeceğim!'' diye bağırdı.
''Duygu sen ne saçmalıyorsun? Gece eve bir herif giriyor, sana maddi manevi saldırıyor ve sen de öylece hayatına devam ediyorsun? Duygu sen salak mısın?'' dedi Gökhan ellerini iki yana açıp, gayet sinirli bir şekilde.
Duygu salak değildi elbette. Bunu ikisi de biliyordu. Duygu sadece korkuyordu. Her zaman kolaylık ve mutlulukla geçen hayatında hiç böyle bir korku yaşamamıştı. Hala o adamdan nasıl kurtulduğuna şaşırıyordu. İnsanın korkuyla nelerden kurtulabileceğini, nasıl tüm gücüyle savaşabileceğini gece çok iyi anlamıştı. Ama o adam her yerden çıkıp, dediği gibi yarım kalan işini bitirebilirdi. Duygu birisi tarafından öldürülmek ya da tecavüze uğramak istemiyordu. Bu olamazdı. Gökhan çok sert çıktığını anladı ve;
''Duygu...'' diyebildi, ses tonunu iyice kısmıştı. Cevap gelmedi. Bir kaç saniye sonra Duygu oturduğu koltuktan kalktı ve tezgahta kapağı açık bir halde duran kahve kavanozuna doğru yöneldi. Cezveyi duruladı ve kendine yeniden kahve yaptı. Gökhan'da onu izliyordu. Kahvesini alıp, tekrardan koltuğa oturan Duygu gözlerini Gökhan'a dikti ve sordu;
''Sen bütün gece neredeydin?''
''Şirkette."
''Başka bir yanıt vermen beklenemezdi zaten.'' Gökhan sessizliğini korumaya devam etti. Zaten ne diyebilirdi ki?.. 'Seni aldatıyordum, başka bir kadının koynundaydım. Birlikte olduğum kadınların haddi hesabı yok.' İçinden bunlar geçiyordu. Tabi ki bunları sessiz düşünmüştü ama karısı eninde sonunda öğrenecekti. Hiçbir sır gizli kalmazdı.
''Peki niye hiç aramadın?''
''İnan kafamı kaldıramadım. Zaten gecenin bir yarısı ofis koltuğunda uyuyakalmışım. Baş ağrısıyla uyandım. Sonra da işlere devam ettim.''
Duygu kahvesini yudumlayıp, cık cıkladı. Uzunca ve sinirlice.
Gökhan telaşlıydı. Karısının bu yaptıklarını öğrenip, onun kıçına tekmeyi vurması isteyeceği en son şey olabilirdi. İçinden bir ses, 'Onun için mi aldatıp duruyorsun?' dedi. Gökhan utanç içinde, içindeki sese ne cevap vereceğini bilemedi ve onu susturdu.
Sessizce bir müddet durdular. Duygu kahvesini bitirdikten sonra ,
''Candan ile mi geldiniz eve?'' diye sordu.
''Sanırım onunla buluşacakmışsınız. Sana ulaşamayınca beni aradı. Öyle haberim oldu.''
Duygu, gözlerinin içine baktı ve yalan söylemediğini umduktan sonra , yavaş hareketlerle odasına çıktı. Canının acısı hafiflemişti ama başının ağrısı geçmeyecek gibiydi. Odasına girince etrafa bakındı. Etraf çok dağınık ve kanlıydı. Yerlerde cam kırıkları vardı. Bu oda nasıl temizlenecekti?
Gökhan ise aşağıda, içinde bin bir kurtla oturuyordu. Vicdanını susturamıyordu. En sonunda yerinden kalktı ve o da yukarı çıktı. Yatak odasının kapısı kapalıydı ve emindi ki Duygu buradaydı. Odada ne halde olduğunu bilmiyordu. Kapıyı tıklattı. Cevap yoktu. O da açıp, içeri girdi. Karısı o kapıyı açtığı anda arkasını döndü ve ''Siktir git!'' diyerek bağırdı. Gökhan şimdi etrafa daha dikkatli bakıyordu. Odanın hali içler acısıydı. Her yer tarumardı. Duygu bir kez daha, ''Gider misin?!'' dedi. Sesi bu kez daha şiddetliydi.
Gökhan onu dinlemeyerek içeri girdi. ''Gitmiyorum, polisi aramalıyız.''
O bu cümleyi kurarken, Duygu yatağın çarşafını topluyordu.
''Bırak o çarşafı!''
Duygu şaşırarak ona baktı. ''Hiçbir şeyi elleme Duygu!''
Karısının kucağında topladığı çarşafı almaya yeltenen Gökhan, karısının omuz hareketiyle yalpaladı ama çarşafın ucunu bırakmadı. ''Sana o çarşafı bırak dedim!'' diye bağırdı.
''Bırakmayacağım. Her yerde kötü anılar var. Yakacağım onu. Bu odayı yakacağım. Yanmamış hiçbir şey bırakmayacağım! Sen de polisi falan aramayacaksın!'' Gökhan mecbur kalmıştı, zor kullanacaktı. Karısının duracağı yoktu. Zaten bu kadar darp ile hala nasıl bu kadar hareketli olduğunu anlayamıyordu. O da saçlarını yakaladı ve çekti.
''Ne yapıyorsun sen be?! Geceden beri dayak yiyorum zaten. Bırak saçımı!''
''Bırak çarşafı!''
İki inatçı keçi, bir çarşaf yüzünden tartışıyorlardı. İkisi de haklıydı, kendilerine göre...
Çarşaf kavgası bitecek gibi görünmüyordu. Biri bir ucundan, diğeri bir ucundan feryat figan çekmeye devam ediyorlardı. En sonunda Gökhan, tüm gücünü toplayarak çarşafı kendine çekti. Çarşafı ellerinden kayan Duygu, yere çöktü ve resmen hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Karısının bu çaresiz ve savunmasız halini gören Gökhan'da onun yanına oturdu ve ona sarıldı. Ama ne yapacağını bilmiyordu, ona ne diyeceğini, nasıl teselli edeceğini bilmiyordu.
''Korkuyor musun?'' dedi. ''O heriften hala korkuyor musun? O yüzden mi polisi aramadın?''
''Aramayacağım, istemiyorum.'' dedi. Sesi o kadar boğuk çıkmıştı ki, Gökhan anlamakta zorluk çekmişti.
''Ama neden?''
''Aramayacağım işte, yeter! Üstüme gelme!''
Gökhan çok sinirlenmişti. Nasıl böyle kararlıydı? Sanki karşısındaki Duygu değildi. Karısını böyle güçsüz görmek istemiyordu. ''Polisi ben arayayım öyleyse!'' diye bağırdı ve ayağa kalktı. Çarşafı da sinirle yatağa geri attı. Tam odadan çıkacakken Duygu, ''Dur!'' dedi, ''Dur, arama!'' diye de bağırarak ekledi.
''Neden?''
Duygu başını önüne doğru eğdi. Korktuğunu nasıl söylecekti? Belki de kocası anlamış ama inadını kırmak için soruyordu.
''Neden dedim sana?!''
Duygu daha fazla dayanamadı ve hıçkırarak;
''Korkuyorum anlıyor musun korkuyorum! Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. O herifin tekrar beni bulup işimi bitirmesini istemiyorum.''
Tam tahmin ettiği gibi Duygu korkuyordu. Zaten başka bir bahanesi de olamazdı.
''Ben senin yanında olurum Duygu. Bana güven.''
Duygu yine aynı cümleyi kurmaktan muzdarip;
''Gece kimse yanımda yoktu. Bu korku bedenime ve ruhuma işlemişken artık sen yanımda olsan ne fayda?!''
Gökhan, Duygu'nun yere düşen kafasını kaldırıp, gözlerinin içine dikkatlice baktı. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerinde hakikaten bir korku vardı. Ne yapacağını, daha nasıl ısrar edeceğini bilemeden, ''Tamam.'' dedi. ''Tamam Duygu, polis yok.''
Kamera görüntülerini bir şekilde halledebilirdi. Güvenlik görevlileri onu severdi. Zaten olay elit mahallelerinde daha duyulmamıştı. Duyulması da zordu en yakın ev nereden baksan yüz metre ötedeydi. Evlenirken Duygu'ya bu koca arka bahçeli evden emin olup olmadığını sormuştu ama o ısrarla çok beğendiğini ve kimseyle işi olmadığını söyleyerek, bu evi almışlardı. Şimdi ise kimseye sesini duyuramadığı için pişmanmış gibi görünüyordu. Karısına baktı, alnından öptü ve ''Polisleri aramamı istemedin. Tamam ama o pislik cezasız mı kalacak? İçin nasıl soğuyacak sevgili karıcığım?'' dedi. Duygu derin bir iç çekti sadece, hiçbir şey demedi. Kocası haklıydı. O burada korkudan biterken, o adi adam elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda fink atacaktı. Bu rahatsız ediciydi. İçi bir şekilde soğuyacaktı elbet. Nasıl olacağını o da bilmiyordu. Korkak bir tavuk olduğunu düşünürken, eşi ona dönüp, ''Korkularının esiri olursan kaybedersin Duygu.'' dedi ve ayda bir evlerine gelen yardımcılarını arayıp, ortalığı -soru sormadan- temizlemesini istedi. Kadın her ne kadar geç saatte biter dese de, Gökhan ulaşımını da karşılayacağını belirterek kadını ikna etti.
***
Tam elli dakika sonra temizlikçi kadın gelmişti. Ve ortalığı görünce kısa süreli bir şok geçirmişti. Korkan gözlerle Gökhan'a bakıp, ''Ne oldu Gökhan Bey? Sizler iyi misiniz?'' demişti. Gökhan ise gözlerini büyüterek 'hadi' anlamında başını sallamıştı.
Kadın işe koyulmuştu koyulmasına da ne olup bittiğini de merak ediyordu, içi içini yiyordu. Hanımı olsaydı ona sorabilirdi ama Gökhan'dan çekiniyordu. Mecburen yatak odalarını ve alt katı temizledi. İşi bittiğinde ise çalışma odasının kapısını çaldı. ''Gel.'' diyen sese uyarak odaya girdi.
Gökhan bilgisayarın başındaydı. Kafasını kaldırmadan eliyle masadaki zarfa dokundu ve ekledi, ''Taksi seni bekliyor. Çıkabilirsin.''
Kadın zarfı aldı ama meraklar içindeydi. Gökhan, kadının ne olduğunu bilmek istediğini anladı ve kafasını kaldırıp, gözlerine dik dik bakarak, sert bir sesle konuştu, ''Buraya bir daha gelmeni istemiyorum. Bu evi ve gördüklerini unut! Unutmazsan, seni unuturlar.''
Kadın, korku ile yutkunarak tüm tedirginliği ve merakı ile oradan ayrıldı. Sanki tüm olanları Gökhan yapmış gibi hissederek...